Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok |
Gelmiş geçmiş en başarılı savaş (aslında savaşın içinde savaş karşıtlığını gösteren) filmi olarak tarihe geçen Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok, Alman yazar Eric Maria Remarque’nın gene aynı isimli kitabından uyarlanmıştır. En iyi film, en iyi yönetmen dallarında Oscar ödüllerine sahip olurken, en iyi uyarlama senaryo, ve sinematografi Oscar adaylıkları da bulunmaktadır. Ayrıca Oscar’ı kazanan ilk sesli savaş filmi olarak da bilinir. 1979 yılında aynı isimle televizyon filmi olarak yeniden uyarlanmıştır. 133 dakikalık ABD yapımının kadrosunda Louis Wolheim, Lew Ayres, John Wray, Arnold Lucy ve Ben Alexander yer almaktadır.
I. Dünya Savaşı sırasında, öğretmenlerin savaş yanlısı övücü konuşmalarından çok etkilenen bir grup Alman genç, savaşa katılmaya karar verir. Fakat öğretmenlerin kahramanlık dolu sözlerine inat savaşta hiç beklemedikleri bir ortamla karşılaşırlar.
Her sahnesi ile eleştiri bombardımanı taşıyan filmi mekan, dekor, kostüm gibi detaylarla incelemek pek doğru görünmüyor. O yüzden direk olarak senaryo ve kurgu ağırlıklı anlatıma geçmek gerekiyor. Konu gereği kitabın bile yayınlandığı dönemde Naziler tarafından yakılması filme olan büyük tepkiyi de peşi sıra getirmiş. Almanya’da gösterimi yasaklanan filmin oyuncuları da bu milliyetçi tepkiden nasiplerini almışlar ve eleştirileri üzerlerine çekmişlerdir. Bu kadar karşı konulmasının en büyük nedeni elbette ki başarısıdır. Yılın 1930 olduğunu düşünürsek, ışıklandırma ve kamera çekimleri tahminden çok daha ötede duruyor. Arka fonda bitmek bilmeyen silah sesi filmin yaratması gereken savaş karşıtı düşüncede oldukça etkin rol oynuyor. İzlerken birkaç favori sahneyi not almaya başlasam da baktım bu sayı giderek artıyor, vazgeçtim. Sürekli sorgulanan savaşın nedeni bir türlü sonuca ulaşamıyor. Ortaya atılan tahminler eleştirisel olduğu kadar da komik de geliyor. Hüzün dolu sahneler arasında diyaloglarla böyle ince detaylar işlenmesi senaryonun kalitesini ortaya çıkarıyor. İzlerken cidden askerler kadar savaşın ne için var olduğunu düşünmemek elden değil. İşin acı gerçeği ise savaşan askerlerin savaşma nedenini gerçekten bilmemesi ama gene de savaşmalarıdır. Savaşmak bir yana ölme sebeplerini de bilmiyorlar. Senaryo ve kurgu o kadar çarpıcı ki onların bu bilmemeleri neredeyse size de geçiyor. Ortada ahkam kesen adamlar var fakat onlar masa başında oturuyorlar. Ayrıca savaşta ve askerlikte sınıfın paraya ve mesleğe bakmadığını rütbeye baktığını da güzelce irdeliyor. Diyaloglar ve tartışmalar o kadar sade fakat o kadar derin ki bunu yakalamayı nasıl başardıklarını merak ediyorum. Filmi izledikten sonra kitabını okumak için can atmaya başladım. Hatta Yaşar Kemal yüzyılın romanı olarak bu kitabı seçmiştir.
Çok fazla eski filmleri seyretmememe rağmen, bu filmle birlikte yanlış yolda ilerlediğimi gördüm. En azından daha fazla yer vermek gerekiyor çünkü dönemin çok gelişmemiş teknolojisine rağmen oyunculuklar o kadar naif ve başarılı ki ister istemez teknoloji, mekan, dekor, kostüm gibi detaylarla etkili performansların her zaman gerek kalmadığı şimdiki sinema dönemine hayıflanılabilir. Başroldeki Louis Wolheim, 50den fazla filmde yer alan bir karakter oyuncusuydu. 50 yaşında kanserden ölen oyuncunun yer aldığı filmlerin hemen hemen hepsi sessiz film dönemine denk gelmiştir. 1929-1979 arası 40tan fazla projede yer alan Lew Ayres ise 1996 yılında 88 yaşındayken girdiği bir koma sonucu hayatını kaybetmiştir. Filmin yönetmeni Lev Milstein, bu film dışında 1927-1928 tarihinde “Two Arabian Knights” filmi ile Oscar’ı kucaklamıştır. “The Front Page” ile de en iyi yönetmen Oscar adayı seçilmiştir. Peşpeşe gelen bu adaylık ve ödüllerle dönemin gözde yapımcısı, yönetmeni ve senaristi olmuştur.
0 Yorumlar