Resim başlıklı hikayeler 1 - Bir milyon kalem

Bir milyon kalem

Blog yazarları topluluğu

13 Kasım 2011 Pazar

Resim başlıklı hikayeler 1

Saatin alarmı tarafından uyandırılmadan önce tatlı bir rüya görüyordu kız. O kadar güzel bir rüyaydı ki o rüyadan uyanmak yüzünün mutsuzluk içinde asılmasına sebep olmuştu. Rüyasında neler gördüğünü hatırlamak için yatağın içinde dönüp dururken saat çalmaya devam ediyordu. Nefret ediyordu o sesten, uyanmak, rüyaları terk etmek istemiyordu. Ancak sorumluluklarının da farkındaydı. Her sabah saat 8 de kalkmalı, saçlarını taramalı ve en güzel elbiselerini giymeliydi. Yüzüne kocaman bir gülümseme yerleştirdikten sonra oturmalı ve beklemeliydi. Yataktan çıktıktan sonra banyoya giderek dişlerini fırçalamasının ardından makyajını yapacaktı. Daha sonra saçlarını tarayacak ve en güzel elbiselerinden giyecekti. Hep istediği hayat buydu; kusursuz, sorunsuz, mükemmel.

Yorganın altından çıkarken yüzü asıktı ve mutsuzdu. Avuç içiyle gözünü ovuştururken hala ayılmaya çabalıyordu. Eski bir gün gitmiş ve ona çok benzeyen başka bir gün başlamıştı. Mutsuzluğunun sebeplerinden birisi de buydu aslında. Her şey tıpatıp aynıydı.

Uyandığında yüzünde olan yarım maskesini düzeltti önce. Kimse onun gerçekte kim olduğunu bilmemeliydi. Banyoya gittiğinde önce yüzünü yıkadı soğuk su ile. Bu onu bir parça kendisine getirmişti. Ardından aynada kendisine baktı bir süreliğine ve gülümseme denemelerine başladı. En güzel hangi gülümsemesiydi onu anlamaya çabalıyordu. Kendisi güzel olduğuna inanmasa da oldukça güzel bir kızdı aslında. Onun gülümsemesi yeterliydi ama o hep daha fazlasını istemişti. Yüzüne hangi yalan gülümseme daha güzel oturuyordu öğrenmek istediği tek şeydi. En sonunda uygun bir gülümseme bulmasının ardından aynanın yanından tarağını alıp odasına geçti. Şimdi sıra en güzel elbiselerdeydi. Dolabını açtı ve bir süre boyunca ne giysem diye düşündü. Aslında çok da umurunda değildi ama kusursuz olmak için güzel giyinmeliydi.

Elbiselerini giydikten sonra sıra saçlarını taramaya gelmişti. Hazırlanmanın belki de en çok zaman alan bölümü buydu. Siyah saçları oldukça uzundu. Eğer yerlere değiyor diye kesmek zorunda kalmasaydı şimdi çok daha uzun olabilirdi. Bileklerine kadar uzanan saçlarına baktığında aklına onu kesmek için gelen insanlar geliyordu ve onların çabalarını hatırlamak gülümsemesi için yeterli oluyordu. Saçlarından daha değerli başka bir şeyi yoktu onun. Yavaşça ve dikkatlice taradı saçlarını. Ona bakan herkesin hayran kalmasını istiyordu. Onu gören herkes bir süre boyunca hayrete düşmeli ve unutmalıydı kalan her şeyi. Mükemmel olabileceği için bu hayatı seçmişti zaten. Hep başkaları ondan kusursuz olmasını beklemiş, hata yaptıkça uzaklaşmışlardı. Kim olması gerektiğine başkaları kara verir olmuştu bir süre geçtikten sonra. Onların istediği gibi olmaya çabaladıkça kendini burada bulmuştu.

Aslında her şey kızın yıllar önce "kusursuz rüyalar" mağazasına gelmesiyle başlamıştı. Başkaları için onun kusursuz olması gerekiyordu. Mükemmel olmalı ve herkesi kendine hayran bırakmalıydı. Bunun için gelmişti mağazaya. Herkesin ağzını açık bırakacak bir rüyaya ihtiyacı vardı. Bunun için her şeyi yapabilirdi. Karşılığı neyse o rüyanın verebilirdi. Mağazadaki görevliye istediklerini anlattığında bir süre boyunca sessiz kalmıştı ne diyeceğini bilemeyerek ve onu mağaza yöneticine götürmüştü. İstediklerini bir kere daha anlatmıştı kız. Mağaza yöneticisi gülümsemiş ve arkasına yaslanarak anladığını belirtmişti. "Herkesin sana hayran olunmak istiyorsun. Seni kusursuzmuş gibi algılamalarını bekliyorsun. Bunu yapabilirim ama bazı şartlarım var" demişti mağaza yöneticisi. Kız ise onun her şartını kabul edeceğini söylemişti ve her şey böyle başlamıştı.

O günden bu yana yıllar geçmişti ve kız hep aynı yerdeydi. Hiç dışarı çıkmamıştı mağazadan. Her gün mağazada uyanıyor ve gece orada uyuyordu. Mağazanın içinde küçük bir ev yapılmıştı onun için. Evinde güzel elbiseler giyiyor, makyaj yapıyor ve bekliyordu. Bu bekleyişte hep yalnız başınaydı. Hiçbir dostu yoktu onun, hiç kimsesi yoktu. Sadece tükenmez bir kalemi vardı. O kalemi onun tek dostuydu. Öyle ki günün birinde tükenir diye kullanmıyordu tek dostunu kaybetmek istemediği için. Neyi beklediğini bilmeden bekliyordu aslında. Sanki günün birinde bir şey olacak ve hayatı değişecekmiş gibi hissediyordu. Ancak hissettikleri söz konusu bile değildi. Bir anlaşma yapmıştı ve burada kalacaktı.

Onun bu kusursuzluğunu tek bir şey bozuyordu. Bileğinde bir pranga ile evin ortasına bağlanmıştı. Pranganın zincirleri uzundu. Bu sayede evin içinde istediği gibi dolaşabiliyordu. Zincirler hem onu eve bağlıyor ve dışarıya çıkmasını engelliyordu hem de ona mükemmel olmadığını hatırlatıyordu. Zincirlerin başkaları tarafından görülmesini istemediği için mağaza sahibi, zincirler evin halıları ile aynı kırmızı renkteydi . Evet, onu izleyen başkaları vardı. Duvarların diğer tarafı camdı ve dışarıdan içerisi gözükebiliyordu. İnsanlar onun attığı her adımı izliyordu bu sayede. O da insanların kusursuzluk örneği oluyordu. Aynı zamanda zincirleri ses çıkarmasın diye metalden değildi.

İzlenmeye alışmıştı zaman içerisinde. Artık hiç sorun olmuyordu. O hep olması istenilen gibi mükemmeldi ya geri kalanın pek de bir önemi yoktu. İnsanların ilgisini çekiyordu ki her gün başka bir şeyler oluyordu orada. Bir gün bir erkekle akşam yemeğine kalıyor ve mutlu numaraları yapıyordu. Bazıları onun sevgilisi oluyordu. Biliyordu insanların o kusursuz ilişkileri görmek istediğini. Dönemin yeni çıkan kitaplarını okuyor ve herkese gösteriyordu onun ne kadar harika bir kitap olduğunu. İnsanların onun okuduğu kitabı mükemmel olarak gördüğünü ve onu alacaklarından çok emindi. "Harika olmanın 17 yolu" isimli kitabı okurken de sanki çok önemli şeyler öğreniyormuş numarası yaptı. İçindeki tek bir kelimeyi bile zerre kadar önemseme de yine de büyük bir heyecanla okuyordu kitabı.

İnsanlara yeni elbiselerin ne kadar harika olduğunu göstermek için her gün elbiselerini defalarca değiştirmesi gerekiyordu . Harika elbiseler giyip, harika televizyon programları izliyordu harika yemekler yerken. İzlediği harika filmleri çok fazla insanında izlediğinden emindi. Bir süs eşyası gibiydi o. Eskiden barbie bebekler vardı onun olduğu yerde. Şimdi ise o bir sembol, bir simgeydi insanların gözünde. Kimsenin umursamadığı bir oyuncaktı o. Kusurlu olup zaman, maskesini çıkardığında kimsenin onu hatırlayamayacağını çok iyi biliyordu. Kaybolup giderdi şu hayattan insanlar onu hatırlamadığında.

Bir diğer taraftan kız kusurluydu ve bu yüzden hep maske takıyordu. İnsanlar öyle bir yüz görmek istiyorlardı ki dünyada öyle birisi yoktu. Maske aslında yüzünün yarısını kaplamasına rağmen onu gerçekten ayıran ufak bir sınırdı. Aslında o evde dolaşan ben değilim diyebiliyordu maske sayesinde. Zamanı geldiğinde bütün suçu maskeye atabiliyor ve bu sayede kendini koruyabiliyordu. "Kusursuz olan ben değilim, maske" demek her zaman kolay geliyordu ona. Maske o evde kalmaktan ne kadar muyluysa kız da o kadar mutsuzdu. Fırsatı olsa bir an bile durmaz giderdi.

Öğle yemeği vakti geldiğinde yemek masasına doğru ilerledi. Mumlarla donatılmış bir masa bulacağını çok iyi biliyordu. O masada en güzel yemeklerin olacağını da çok iyi biliyordu. Restoranların kutularını dışarıya göstererek açtı. Yediği her lokma hayatının en güzeliymiş gibi davranması gerekiyordu. İçtiği su sanki karlı dağlardan geliyormuş gibi hareket etmeliydi. Rol yapmak işin kolay kısmıydı. Zor kısmı ise maskenin arkasına bunları anlatmaktı.

Yemek bittikten sonra harika koşu bandına binip ne kadar mutlu olduğunu göstermesi gerekiyordu. Koşarken gözlerini kapatıyor ve başka bir yerde olduğunu hayal ediyordu. Kocaman bir çayırda çıplak ayak koştuğunu düşlüyor ve güzel hayalinin tadını çıkartıyordu. Bazen koşması asla durmayacakmış gibi geliyordu ona. Böyle zamanlarda duvarların içinden geçip uzaklaşmak istiyordu.

Koşu bandından indikten sonra duş alması gerekiyordu. Bunun için izlenmediği tek yer olan banyoya gitmişti. Küveti sıcak suyla doldururken elbiselerini çıkartıyordu. Aklında ise o suya gömülmek vardı. Sudan çıkmak istemiyordu. Belki yine doğulma denemeleri yapardı bilemiyordu. Elbiselerini çıkardıktan sonra hep yaptığı gibi aynanın yanına gitti. Yüzündeki gülümseme kayboldu aynaya baktığında. Maskesini yavaşça çıkarttı ve aynanın yanına koydu. Hep maskeyi gördüğü için kendi yüzünü unutuyordu çoğu zaman. Bir süre boyunca kendisini seyretti bu sebeple. Derken aynanın yanındaki dolabın üzerinde daha önce orada olmayan küçük bir kutu fark etti.

Onu alıp incelemeye başladığında iki yan tarafının koyu kırmızı olduğunu gördü. Açtığında ise içinde üç tane yanmamış kibrit çöpü buldu. Bunun karşısında şaşırmıştı doğrusu. Daha önce ateş yakabileceği hiçbir şey görmemişti. Şimdi ise bir kutu kibrit karşısında duruyordu. Başlarda ne yapacağını bilemiyordu. Daha sonra kutunun içinde yazılı bir yazı gördü "özgürlüğün için.. bir dost..." Küvete hiç girmedi. Onun yerine aynanın karşısında durup düşündü. Kibrit onun kaçmasına nasıl yardımcı olabilirdi sorusunu sordu sürekli olarak. Zincirleri plastikti ve ateşte eriyebilirdi. Ancak 3 kibrit onu eritmeye yetmezdi. Daha büyük bir ateşe ihtiyacı vardı.

Saçını biraz ıslatıp elbiselerini giydi. Kibrit kutusunu pantolonunun cebine yerleştirdi ve oturma odasına geçti. Düşündüğü zaman üç kibrite yakabileceği bir şey yoktu. Bunu araştırmak için yüzünde kocaman bir gülümsemeyle odanın içinde dolaştı ama hiçbir şey bulamadı. Tam pes etmek üzereyken aklına bir fikir geldi. Onun harika parfümleri vardı. Şişelerini kırar ve yakardı. Ona yetecek kadar ateş oluşurdu bu şekilde. Odasına gidip bütün harika parfümlerini topladı. Geri geldiğinde koltuğun yanında ellerinde parfümlerle duruyordu.

Parfümleri yere atıp kıracaktı önce. Sonra kırık şişeleri koltuğun üzerine dökecek ve ateşe verecekti. Ardından zincirini o ateşte eritecekti. Özgürlüğüne uzanan çok güzel bir plandı bu. İlk harika parfüm şişesini alıp yere attığında kırılmamıştı. Bu yüzden onu yerden alıp duvara fırlattı ve şişenin parçalanmasını izledi. Parçalanan şişeyi hızlıca alıp koltuğun üzerine döktü. Bu arada cam parçalarının ayaklarını kesmesini umursamadı. İkinci ve üçüncü şişede de aynısını yaptıktan sonra kibritini çıkarıp kutunun kenarına sürttü. Ancak o kibrit yanmadı. Bu onu üzmüştü biraz ancak daha iki deneme hakkı daha vardı ve kutudan ikinci kibriti çıkardı.  İkincisini sürttüğünde küçük bir alev gördü kibritin ucunda. Bu onu çok mutlu etmişti. Ancak alev o kadar güçsüzdü ki en ufak bir rüzgarda bile sönebilirdi. Ağır adımlarla koltuğa yaklaştı ve kibriti nazikçe minderin üzerine bıraktı. Bıraktığı yer ile minder arasında pek bir mesafe yoktu ama güçsüz alevlerle kaplı kibrit o arada sönmüştü çoktan.

Şimdi geriye sadece bir hakkı kalmıştı. Eğer o kibrit de yanmazsa her şey bıraktığı gibi devam edecekti. Belki eskisinden çok daha kötüsü olacak ve kendini çok daha zor bir durumda bulacaktı. Belki de kaçmaya çalıştığı için cezalandırılacaktı. Belki cezalandırılmanın çok daha kötüsü başına gelecekti. Bu düşüncelerin etkisiyle kibrit kutusunu tutan elleri titriyordu. Sağ eliyle kutudaki son kibriti aldı ve kutunun kenarına hızlıca sürttü. Son kibrit üzerinde güçlü bir alevle yanmıştı. Onun da sönmeyeceğinden emin olmak için alevlerin kibritin etrafını sarmasını izledi. Alevler kibritin ahşap yüzeyinden onu tutan parmaklarına kadar geldiğinde ısı tenini acıtmaya başlamıştı ve daha fazla beklemeye gerek duymayıp onu koltuğun üzerine fırlattı.

Kibrit koltuğa değdiğinde alevlerin bir anda kabarmasını izledi. Ateşin sesi olacağını hiç düşünmemişti ama şimdi alevlerin müziğini dinliyor ve dans ediyordu. Koltuğun yastığından yayılmaya başlayan alevler çok kısa bir zamanın ardından koltuğun tamamını kaplamıştı. İşte şimdi dışarıdakiler için harika bir gösteri oluyordur diye düşündü ve güldü. Sonra aklına bir fikir daha geldi. Zincirlerini kırmak yetmezdi ona buranın tamamını yakmalıydı onun gibi başka birisi daha gelmesin diye. Diğer şişeleri kırdı ve etrafa atmaya başladı. Daha sonra koltuğun alevler içerisindeki minderlerini alıp etrafa fırlatmaya başladı. Çok sıcaktı, canı yanıyordu ama umursamadı alevler bütün odayı kaplarken. Nefes almakta zorlanırken maskesini çıkarttı. Maskesini ateşlerin içine attığında hayatının erimesini seyretti buruk bir mutluluk içerisinde.

Alevler odayı kaplarken o etrafını seyrediyordu. Odanın ısısı artmıştı ve sıcak tenini acıtıyordu ona temas etmese de. Kendi küçük cehennemini yarattığını düşünürken sıra zincirlerinden kurtulmaktaydı. Zincirini çekip koltuğa yaklaştı. Ateşlere o kadar yakın olmak çok zorluyordu onu ama yine de zinciri kaldırıp ateşin üzerinde tuttu. Alevler parmaklarına değiyor ve değdiği her yeri acı içerisinde bırakıyordu. Ancak o zinciri tutmaktan vazgeçmedi. Plastik zincir aynı maskesi gibi eridi. Eriyen plastikten düşen her damla onu mutlu etmeye fazlasıyla yetiyordu.

Zincirlerinden kurtulduktan sonra sırada dışarı çıkmak kalmıştı. İçeriden açabileceği bir kapı yoktu. Bu yüzden ne yapacağını bilemiyordu. Ancak eğer duvarın diğer tarafı cam ise onu kırabilirdi. Televizyonunu kaldırdı ve cama yaklaştı. Bütün gücünü kullanarak fırlattı televizyonunu. Cama çarpan televizyon hiçbir şey olmadan yere, alevlerin içine düştü. Bir kere daha kaldırdı onu ve tekrar vurdu. Yanmaya başlayan televizyonu umursamadan tekrar vurdu. En sonunda çam parçalar halinde yere döküldü.

Dışarı doğru baktığında onu izleyen yüzlerce insan görmüştü. Yıllardır bu odadan başka bir yer görmemişti şimdi ise özgürlüğüne doğru bakıyordu. Kırık camdan dışarıya doğru çıkarken etraftaki insanların şaşkın bakışlarını umursamadı. Nasıl olsa maskesi olmadan onu tanımayacaklardı. Maskesi olmadan kimse onun kim olduğunu bilemeyecekti. Dışarıya doğru çıkarken uzun bir zamanın ardından ilk kez gerçekten gülümsüyordu.

Dışarı çıktığında insanlardan uzaklaşıp evinin yanışını seyretti. Kırmızı alevler bütün binayı kaplarken sadece gülümsüyordu. Yeteri kadar uzaklaştığında durdu ve ne yapacağını düşünmeye başladı. Tam bu esnada omuzuna birisi dokundu. Dönüp baktığında daha önce hiç görmediği bir erkek gördü. Gülümsemesi kaybolduğu sırada erkek "iyi misin?" diye sordu. Kız ne cevap vereceğini bilemiyordu bu yüzden kısa bir şekilde "iyiyim" demekle yetindi.

"Yaralanmışsın" dedi erkek "ellerin ve saçların yanmış. İstersen seni bir doktora götüreyim." Kız yine sessizce başını sallamakla yetinmişti ellerini saçlarına götürüp neredeyse hiç saçı kalmadığını öğrendikten sonra. Bu esnada erkek konuşmaya devam ediyordu "bugün ilk kez buradan geçiyordum ve seni gördüm. Oradan kurtulmak istediğini gözlerinden anlamıştım. Çıktığın için çok sevinçliyim. Bir ara kibriti bulamayacağından dolayı çok korkmuştum." Erkek konuşurken kız kabaran ellerine bakıyor ve şaşkınlık içinde dinliyordu.

Erkek kızın elini tuttu  ve gözlerinin içine baktı.  Ona doğru yaklaştığı sırada kızın üzerindeki ateş ve duman kokusunu alıyordu. Önce eliyle yanık saçlarını aşağıya attı. Ardından kızın yüzünü kaplayan siyah isleri temizlemeye başladı. Bunları yaparken ise gülümsüyordu. Kız ise şaşırmıştı aslında. Hatta o kadar şaşırmıştı ki tepki bile veremiyordu. Sadece "neden?" diye sorabilmişti. Erkeğin cevabı onu şaşırtmaya yetmişti "çünkü buna değersin" ve birlikte hastaneye doğru yürüdüler.


düş mezarlığı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen düşüncelerinizle katkıda bulunun.

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Sayfalar