Ağustos ayında 2. sınıf korku gerilim filmlerine dram/gerilim türünde alternatif sayılabilecek, oldukça sağlam bir kadroya sahip olan Unthinkable, siyasete de kibar kibar (!) dokundurarak bilindik ama farklı anlatım tarzıyla seyirci karşısına çıkıyor. Yönetmenliğini “Buffalo Soldiers”ın hem senaristliğini hem de yönetmenliğini yapan Gregor Jordan’ın yaptığı filmde, “Closing the Ring”in senaristi Peter Woodward öyküyü kaleme alıyor. Samuel L. Jackson’ın yeteneğine şapka çıkarırken, “Matrix”in Trinity’si Carrie-Anne Moss ve “The Queen”in Tony Blair’i Michael Sheen’den gözlerinizi ayıramayacaksınız. 97 dakikalık ABD yapımı filmin bütçesi de 15 milyon $ olarak açıklanmıştır.
Amerikalı Müslüman Yusuf tarafından gizlenen üç nükleer bombası, ABD’nin karabasanı olur. FBI özel ajanları duruma el koymak için soruşturmaya girişir lakin Yusuf’tan bir şeyler öğrenmek hiç de kolay olmayacaktır.
Epeyce hızlı yapılan bir giriş, filme ısınma zamanınızı elinizden alıyor ve ekrana bakakalıyorsunuz. Konu göze ve kulağa aşina olsa da kurgusu ilgi çekici geliyor. Teknik açıdan görsellik de klişelerle dolu görünüyor. Çok fazla mekan ve dekor gerektirmeden senaryoya uygun şekilde ilerliyor. Lakin bu da filmden kopmanıza mani olamıyor çünkü bu sefer filmi oyuncular ayakta tutuyor! Baş roldeki üç oyuncu da o kadar iyi performans sergiliyor ki özel ajanlar için kalıplaşmış sözler, tavırlar, kıyafetler göze batmıyor. Kadın özel ajan lacivert ya da siyah tonlarda takım elbise ya da oldukça erkeksi şekilde pantolon deri ceket giyer (neyse ki bu sefer etek kullanılmış uzun ve bol olsa da), dosyası başarılarla dolu fakat diğer ajanlar tarafından ezilecek noktalar bulup yüzüne çarpılır, ayna karşısında el yüz yıkanır ve aynaya “Tanrım, ben ne yapacağım?” edasıyla bakar. Tabi ben özel ajanın bu taraflarını olumsuz eleştirmek taraftarı değilim. Zira sarışın, mini etekli, topuklu ve kırmızı rujlu FBI ajanı kalıplara pek oturmuyor. O zaman konuya odaklanılamaz kanımca fakat odaklanılacak diye de yaratıcılığı çekmecelere kilitlemeye gerek yok. Samuel L. Jackson’ın canlandırdığı karakter ise tam anlamıyla çok güzel işlenmiş. Zaman ilerledikçe karakter ile ilgili kafanızdaki soru işaretleri bir bir çözülüyor. Bu açıdan kurgusu harika yapılmış. Her ne kadar mesleği iç açıcı görünmese de konuşmaları ve tavırları oldukça eğlenceli ve kafa (!) bir adam olduğunu gösteriyor. Bu da filme olan ilginizi arttırıyor. Aslında bu kafa (!) adam olmasının arkasına sığındığı gerçekle, karakteri yavaş yavaş tanıdıkça hem bam teliniz sızlıyor hem de ona hak verip vermemek arasında kalıyorsunuz. Michael Sheen’in canlandırdığı karakter de bir o kadar çarpıcı kaleme alınmış. Karakter ile ilgili kafi miktarda bilgiyi öğreniyorsunuz ve fazlası için sorgulama ihtiyacı duymuyorsunuz. Senarist durması gereken noktayı çok iyi ayarlamış.
Filmin ikinci yarısı ilkinden daha heyecanlı geçiyor. Beklenmedik sahneler ardı ardına gelirken siz de FBI özel ajanı gibi aynanın karşısına geçip “Tanrım neler oluyor burada!?” diye bakış atmak isteyebilirsiniz! Filmin adının ne için Unthinkable seçildiğini de açıklamaları akıllardaki merakı gideriyor. Benden artı puanlar toplamasına rağmen iki konuda elektrik çarpması etkisi yaptı (spoiler yok, filmin büyüsünü kaçırmam): Birincisi Amerikan filmlerindeki bir klişe burada da defalarca gözümüze sokuluyor; Amerikan vatandaşlığı! Tamam, film ABD yapımı ama “Ben bir Amerikan vatandaşıyım, haklarım var” gibi cümlelerden bir vazgeçseler de tepkileri azaltsalar olmaz mı? Binlerce km öteden bu talebimi duymazlar mı? Bu tür cümleler aslında filmde ironi de yapılmasını sağlıyor; sana zarar zaten devletinden geliyor gibisinden ama gene de bu duygusal bağlılık beni sıkıyor. İkincisi ufak çaplı isyanım ise kadın özel ajanı ile ilgili. Bazı sahnelerden sonra özel ajan isyan ediyor, tiksiniyor, çığlıkları basıyor. “Yahu sen özel ajansın, benim gibi ya da yoldan geçen biri gibi davranamazsın. Biraz soğukkanlı ol ve giydiğin eteğinle ünvanın hakkını ver” demek istedim. Ajanın şahit oldukları kabullenir cinsten olmasa da aşırı tepki seyircide olumsuz etki yaratıyor.
Bu filmi izledikten sonra yıllardır Samuel L. Jackson’a ihanet ettiğimi düşündüm. Her ne kadar gönlümdeki Morgan Freeman’ın tahtını sarsmaya gücü yetmese de yeteneğini takdir edip yer aldığı projeleri daha fazla takip etmek gerekiyor. 1948 doğumlu aktör ve yapımcı, 1972 yılından beri 100’den fazla projede yer alarak dünyanın en çok bilinen oyuncuları arasında adını duyuruyor. İzlemesi ilginç projelere dahil olmayı ve içinde ilgi çekici karakterleri oynamayı tercih eden Jackson’ın tiyatro ve televizyondaki işlerini bir yana ayırırsak, sinemada genelde macera filmlerinde oynadığını belirtmek gerekir. Rol aldığı filmlerden öne çıkanlar ise şunlardır: “Sea of Love”, “Goodfellas”, “Jungle Fever”, “Patriot Games”, “Loaded Weapon 1”, “Jurassic Park”, “Pulp Fiction”, “A Time to Kill”, “Jackie Brown”, “The Negotiator”, “Star Wars Episode I: The Phantom Menace”, “Shaft”, “Unbreakable”, “Star Wars Episode II: Attack of the Clones”, “S.W.A.T.”, “Kill Bill Vol. 2”. “Pulp Fiction” ile en iyi yardımcı erkek oyuncu Bafta ödülünü kazanırken Oscar adayı olmuştur. “A Time to Kill” ve “Jackie Brown” ile de en iyi yardımcı erkek oyuncu Altın Küre adaylığını kazanmıştır. Bu durumda, Oscar siftahı yapmayan yetenekli oyuncular listesine Samuel L. Jackson'ı da eklemek gerekiyor!
0 Yorumlar