Uzun zamandır dört gözle beklediğim Bir Zamanlar Anadolu’da şükürler olsun ki bugün gösterime girdi. Tabi koşar adımlarla ilk seansta toplam 10 kişi ile beraber (sinemanın yaş ortalamasını epeyce bir düşüyordum ya neyse) filmi hem gülerek, hem gerilerek, hem de ilgiyle izledik. En baştan şunu belirtmem gerekir ki beklediğimden çok daha iyi bir projeyle karşılaştım. Yönetmenliğini yapan Nuri Bilge Ceylan, senaryoyu da Ebru Ceylan ve Ercan Kesal ile birlikte kaleme alıyor. Muhammed Uzuner, Yılmaz Erdoğan, Taner Birsel, Ahmet Mümtaz Taylan ve Fırat Tanış ise yeteneklerini konuşturuyorlar. 150 dakikalık gerilim ve dram türündeki film, Türkiye ve Bosna Hersek yapımıdır. Cannes Film Festivali’nde bu sene Büyük Jüri Ödülü’nü kazanmıştır.
Kırıkkale’de bir doktor ile cinayet soruşturmasını yürüten bir savcının 12 saatlik gerilim ve dram dolu öyküsünü anlatılmaktadır. Eğer Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerinden bir kaçını izlemiş iseniz Bir Zamanlar Anadolu’da diğerlerinden biraz daha farklı gelebilir. Bazı Türk filmleri anlaşılamayan sanat filmleri gibi görünür. Semih Kaplanoğlu ve Nuri Bilge Ceylan da belki de bu konuda en başarılı fakat her amatör sinema izleyicisinin çok fazla takip edemeyeceği projelere sahiptirler. Bahsettiklerim bolca sessizlik, bakışlar ağırlıklı, çok yoğun mimikler bulunmayan, müzik yok denecek kadar az, insanı düşündürmeye yönelten filmlerdir. Bu sefer ise Nuri Bilge Ceylan şaşırtan şekilde diyalogları yoğun olan bir projeye imza atmış. Aslında diyalogların yoğunluğu başka filmler için orta düzeyde olsa da Nuri Bilge Ceylan için oldukça fazla denebilir. Filmi belki de çok sevmemin sebeplerinden biri de büyük bir sabırla Semih Kaplanoğlu ve Nuri Bilge Ceylan (ve bu tarz filmler çeken diğer yönetmenler) filmlerini genelde izlememdir. O filmlerden sonra bu filmin senaryosu, kurgusu, diyalogları, görsel teknikleri çok daha sıcak ve başarılı geldi. Nuri Bilge Ceylan’ın tarzını anlamak için daha önceki “Kasaba”, “Mayıs Sıkıntısı”, “Uzak”, “İklimler”, “Üç Maymun” filmlerine göz atmak gerekir. Taşra sıkıntılarına ağırlık veren yönetmen, son filminden sonra tekrar bir taşra projesiyle seyirciyi karşılıyor. Göze en çok çarpan şeylerin başında tabi ki Nuri Bilge Ceylan’ın doğayı ekrana hem görsel olarak hem de işitsel olarak aktarmasıdır. Anadolu yollarını, kuşların seslerini, çeşmelerin akışını o kadar gerçekçi aktarıyor ki sanki filmi izlemiyor da içinde onu yaşıyor gibi hissediyorsunuz. Hatta (spoiler olmaması için çok kısa yazacağım) bir kemik sesi var ki aynı anda hem gözlerimi kapadım hem de kulaklarımı! Bir yol filmi sayılmasa da filmin neredeyse yarısı yolda geçiyor. Peki soruyorum, Anadolu yollarında o araba farları bu kadar mı başarılı yansıtılır? Görsellik sanki en olgun zamanını yaşatıyor Nuri Bilge Ceylan’a. Mekan, dekor, kostüm seçimlerine gelince; film zaten 150 dakikalık olduğu için bolca inceleme zamanı veriyor ve detaylar kesinlikle seyirciyi tatmin ediyor. Tabiri caizse oldukça kafa patlatıldığı belli oluyor. Senaryo oldukça düzgün bir şekilde ele alınıyor. Düzgün derken herhangi bir karmaşıklık yok, bir öykü başlıyor ve devam ediyor. Merak hiç azalmasa da soru işaretleri kafanızı kurcalamıyor. İşin ilginci, hiç beklenmedik komik ve eğlenceli diyaloglar barındırıyor. Bir çok kez içten bir şekilde güldüm. Oldukça doğal ve gerçekçi konuşmalar senaryoyu keyifli hale getiriyor. Diğer yandan, pek çok sahne gerilmenize sebep oluyor. Amaç seyirciyi germek ya da korkutmak değil ama kısa süreli panik yaşatabiliyor. Bu açıdan türü hem dram hem de gerilim olan bu kadar başarılı bir filmi uzun zamandır izlememiştim.
Kalabalık erkek kadroda çok belirgin tiplemeler olmasa da bir doktor, bir savcı, polisler, muhtar gibi kafada bazı basmakalıp edinilmiş özelliklere sahip karakterler oldukça yerine oturmuş görünüyor. Yani, muhtarın yaptığı konuşma insanı sinir eder gibi görünse de bahsettiği şey hiç de yabancı gelmiyor ve göze/kulağa batmıyor. Taşradaki insanların bilinen sıkıntıları, eleştirileri oldukça net gösteriliyor. Eğer bir Anadolu şehrinde doğmuş ve orada bir süre yaşamışsanız (memleketi filmin çekilen yerine çok yakın olan benim gibi), o esnafın, mahallenin, insanların genel yapısına bu filmde de şahit olacaksınız ve aslında hiçbir şeyin değişmediğini (ve büyük şehirlerde yaşıyorsanız sadece bizim gibilerin o hayata uzak kaldığını) göreceksiniz. Bunları en çok konuşmalarda hissedebilirsiniz. Örnek olarak bir manda yoğurdu sohbeti var ki doğallığına hayran kalmamak imkansız! Filmin süresinin uzunluğu sinema salonuna girmeden önce biraz korkutabilir fakat başlar başlamaz sürenin nasıl geçtiğini anlamayacaksınız. Sekansların uzunluğu hiç rahatsız edici gelmedi çünkü görsellikle ve diyaloglarla çok güzel kapatılmıştı.
Konuyu yazmadan projeyi irdelerken oyuncuları gene bilerek en sona bıraktım. Kadro o kadar başarılı seçilmiş ki otopsi yapan karakteri canlandıran oyuncudan bile gözlerinizi alamayacaksınız! Yılmaz Erdoğan (bildiğim kadarıyla) ilk kez yönetmenliğini ya da senaristliğini yapmadığı bir projede yer alıyor. Bu alışılagelmeyen durum biraz şaşırtsa da bu kuralını neden kırdığını filmi izlerken daha iyi anlayacaksınız. Projelerini çok takip eden biri olmasam da oyunculuğuna hayran kaldım. Çok içten ve severek polis karakterini canlandırdığı belliydi. Taner Birsel ise (kime benzediğini izlerken fark edeceksiniz ve duyacaksınız) hem işini yapan hem de hayatını sorgulayan savcı rolü ile gene izleyiciyi mest ediyor. En son “Vay Arkadaş” filminde izleyerek takdir ettiğim Fırat Tanış ise, neredeyse sadece bakışları ile kendi sahnelerini alıp götürüyor.
0 Yorumlar