Çocukları sevmez olduk. Hani ara sıra sokakta annelerinin ya da babalarının elinden tutanları gördüğümüzde durup mıncıklamak dışında bir halta yaramıyor dokunuşlarımız.
Mersinin Mut ilçesi midir nedir işte orada 5 çocuk babası bir herifin yaramazlık yapan çocuğunun boynuna 10 kiloluk içi beton dolu demir ağırlığı zincirle bağlayıp 'Ben babayım çizerim' izlenimi vermesine seyirci kalmak istemezdik ama her zaman ki gibi uzaktan bakmakla yetindik işte.
Hem Ajda Pekkan da sevmiyor çocukları.
Sevse Somali’deki yavrucaklara dokunmaya korkmaz, sıcaktan yüzündeki pudra akacak diye telaşlanmazdı. Ajda Pekkan, reklamını çocuklar üzerinden yapmaya niyetlendi; tıpkı ramazan ayında niyetliymiş gibi gözüküp iftar yemeği veren ünlüler gibi...
Niyet farklı, lakin ne diyelim olacak o kadar.
Nihat Doğan da sevmiyor çocukları.
Yok bu konuya derinlemesine dalmayacağım ne de olsa felsefeden fazla anlamıyorum. Şimdi Oray Eğin kıvamı yazmaktan korkup gereksiz gevezelik yapmayayım.
Sevgili Eğin, yıllık iznine çıkmana sevinmemek içten değil akşam gazetesine karşı soğuma nedenimsin.
Engin Ardıç, Latife hanımın kız kardeşinin torunu Mehmet Sadık Öke'nin yalancısı. Bir zamanlar Çetin Altan'ın başlattığı bu furya, bugünlerde Engin Ardıç'la devam ediyor.
Atatürk 9 Kasımda mı öldü?
Çetin, saat yanlış 7 sularıydı diyor. Ardıç, Öke'nin yazdığı kitaptan bir şeyler çıkarıp, 9 Kasım da ölmüş olabilir şüphesiyle Altan'ın belirlediği saatin yanına tarihi de koyuyor, fakat Ardıç'ın yazısının sonlarını okudukça asıl önemli olanın Atamızın ölüm günü ve saatinin ne olduğu değil, Dolmabahçe sarayında dönen dolapların ne olduğunu düşünmemiz gerektiğini anlıyoruz..
Yani bu tarih de öylece askıda kalıyor.
9 Kasım 1938 saat: 07.00
Üstteki tarihin düzenlemesi bana ait. Ardıç'ın alternatif tarih diye gördüğü gerçek tarihtir belki kim bilir. Neyse sıradan bir blog yazarı olarak bu konu hakkında konuşmayı büyük yazarlara bırakıyorum.
Benim ne haddime!
Ah! Küçük kız. Helin.
Henüz 4 yaşındasın ama dedim ya biz çocukları sevmez olduk.
Baban sana 'Helin Kürdistan' adını verince ülke elden gitti sandık. En ufak bir şeyde paylar, birilerine parlar olduk. Sana verdiği ad yüzünden davalık olan ve sonrasında davadan beraat eden babanın kıymetini bilmeyi öğütlesin birileri sana.
Ve yıllar sonra bir gün Yücel komiser’in söylediğinin aksine, babana gelinliğinle sarılmayı unutma.
Mersinin Mut ilçesi midir nedir işte orada 5 çocuk babası bir herifin yaramazlık yapan çocuğunun boynuna 10 kiloluk içi beton dolu demir ağırlığı zincirle bağlayıp 'Ben babayım çizerim' izlenimi vermesine seyirci kalmak istemezdik ama her zaman ki gibi uzaktan bakmakla yetindik işte.
Hem Ajda Pekkan da sevmiyor çocukları.
Sevse Somali’deki yavrucaklara dokunmaya korkmaz, sıcaktan yüzündeki pudra akacak diye telaşlanmazdı. Ajda Pekkan, reklamını çocuklar üzerinden yapmaya niyetlendi; tıpkı ramazan ayında niyetliymiş gibi gözüküp iftar yemeği veren ünlüler gibi...
Niyet farklı, lakin ne diyelim olacak o kadar.
Nihat Doğan da sevmiyor çocukları.
Yok bu konuya derinlemesine dalmayacağım ne de olsa felsefeden fazla anlamıyorum. Şimdi Oray Eğin kıvamı yazmaktan korkup gereksiz gevezelik yapmayayım.
Sevgili Eğin, yıllık iznine çıkmana sevinmemek içten değil akşam gazetesine karşı soğuma nedenimsin.
Engin Ardıç, Latife hanımın kız kardeşinin torunu Mehmet Sadık Öke'nin yalancısı. Bir zamanlar Çetin Altan'ın başlattığı bu furya, bugünlerde Engin Ardıç'la devam ediyor.
Atatürk 9 Kasımda mı öldü?
Çetin, saat yanlış 7 sularıydı diyor. Ardıç, Öke'nin yazdığı kitaptan bir şeyler çıkarıp, 9 Kasım da ölmüş olabilir şüphesiyle Altan'ın belirlediği saatin yanına tarihi de koyuyor, fakat Ardıç'ın yazısının sonlarını okudukça asıl önemli olanın Atamızın ölüm günü ve saatinin ne olduğu değil, Dolmabahçe sarayında dönen dolapların ne olduğunu düşünmemiz gerektiğini anlıyoruz..
Yani bu tarih de öylece askıda kalıyor.
9 Kasım 1938 saat: 07.00
Üstteki tarihin düzenlemesi bana ait. Ardıç'ın alternatif tarih diye gördüğü gerçek tarihtir belki kim bilir. Neyse sıradan bir blog yazarı olarak bu konu hakkında konuşmayı büyük yazarlara bırakıyorum.
Benim ne haddime!
Ah! Küçük kız. Helin.
Henüz 4 yaşındasın ama dedim ya biz çocukları sevmez olduk.
Baban sana 'Helin Kürdistan' adını verince ülke elden gitti sandık. En ufak bir şeyde paylar, birilerine parlar olduk. Sana verdiği ad yüzünden davalık olan ve sonrasında davadan beraat eden babanın kıymetini bilmeyi öğütlesin birileri sana.
Ve yıllar sonra bir gün Yücel komiser’in söylediğinin aksine, babana gelinliğinle sarılmayı unutma.