Merhaba sevgili okur! Şu anda bu satırları okumakta olduğuna göre, böyle hitabetmemde mahzur yoktur herhalde.
Bugün nedense seninle konuşmak, seninle dertleşmek geldi içimden. “Sen” diye hitabediyorsam, bağışla lütfen. Bu, seni kendime yakın hissettiğimden, yazarken seni benimle bir masa başında karşılıklı oturmuş, yazıya döktüklerimi, hatta dökemediklerimi bile benimle inceleyip, irdeler halde düşündüğümdendir. Bunu sakın bir saygı eksikliği, ya da nezaketsizlik olarak alma lütfen. Bunu tam aksine, bir saygı ve sevgi göstergesi olarak düşünebilirsen sevinirim. Hem böyle bir dertleşme, insanın “sen” diye hitabettiği biriyle yapılabilir ancak. Biz yazanlar, bilirsin, kendimizi yazı ile ifade etmeyi; düşüncelerimizi, kafamızda kurduklarımızı, hayallerimizi, dünya görüşümüzü yazarak anlatmayı yeğleriz. Kimilerimiz konuşmayı sevmez, hatta konuşmayı beceremez bile. Kimilerimizin hatta asosyal olduğu bile iddia edilir. Tabii bunun dışında olanlar da vardır, yani hem yazı ile hem de sözle beğeni toplayabilenler. Ama ister öykü, ister roman, ister şiir, ister fikir yazıları yazalım, yazdıklarımızı ister beyaz kağıt üzerinde siyah matbaa mürekkebiyle, ister beyaz camda, internet denen sanal ortamda okunmaya sunalım, sonuçta hepimizin bir olmazsa olmazı vardır: Okuyucu! Öyle ya, çekmecelerimizi, ya da bilgisayarımızın hafızasını sayfalar dolusu yazı ile doldurmuş olsak da, onları hiç kimse görmüyor, okumuyorsa ne anlamı var ki yaptıklarımızın? Olsa olsa, sırf kendimiz için bir çeşit anı defteri tutmuş olmaktan öteye gitmemişiz demektir bu takdirde.
Oysa yazdıklarımız, kurduklarımız, derlediklerimiz, düşündüklerimiz okur tarafından okunup değerlendirildiği zaman iş bambaşka bir boyut alır. Söz konusu ürün kitap halindeyse, satış miktarları, internetten yayımlandı ise, okunma sayıları bize “okunduğumuzu” gösterdiğinde, keyfimize diyecek yoktur bizim de.
Yazdığımız öykü ise, roman ise, anlatımımızın, kurgumuzun, seçtiğimiz konunun beğenildiğini görmek isteriz. Bir konuda aydınlatıcı bir yazı yazmışsak, okura henüz bilmediği birşeyi göstermiş olabilmek mutlu eder bizi. İlle de her zaman beğenilmek de değildir amacımız, bazen de ilginç olabilmeyi, okurda sarsıcı, silkeleyici bir etki yapabilmeyi hedeflemişizdir. Okurun tepkisinden bu hedefimize varıp varmadığımızı da anlayabiliriz.
Sihirli bir iletişim vardır aramızda seninle. Edebi türde bir yazıda, bir yeri tarif etmişsek eğer, bir su başını, bir deniz kenarını veya bir ormanı anlatmışsak şayet, bizim anlatırken gözlerimizin önünde belirenlerle, senin okurken kafanda canlananlar mutlaka ki birbirinin ayni değildir. Bizim kastettiğimiz ormanla, senin düşündüğün orman, ayni orman değildir. Ayni şey kişileri tasvir ederken de geçerlidir. Bizim anlattığımız uzun boylu, sarışın, yeşil gözlü kadının örneğin, senin bunları okurken kafanın içinde beliren sarışınla ilgisi yoktur tabii ki. Çünkü sen, senin deneyimlerinin birikimlerinden çekip çıkarırsın o sarışını. İkimiz de oturup bu sarışının resmini çizmeye kalksak, birbirine hiç benzemeyen iki ayrı insan çıkar ortaya. Ama işte işin en güzel yönü budur zaten. Sen bizim anlattıklarımızdan yola çıkarak, kendi öykünü yaratırsın kafanda, bizi okurken. Olayların geçtiği yerler, olaya karışan kişiler, gerçi bizim yazdığımız öyküdedirler ama, okurken senin kafanda beliren öykü, senin meydana getirdiğin, sana ait olan öyküdür. Yani sen okurken o öyküyü, yeniden yaratırsın kafanda. Ve bu öyküyü ne kadar sayıda insan okuduysa, o kadar sayıda çeşitleri oluşur o öykünün.İşte onun için sihirlidir aramızdaki ilinti. Birbirimizi hiç görmeden, birbirimizle hiç karşılaşmadan, ortak bir şey yapmış oluruz birlikte. Biz yazarken, sen okurken. Öykümüz, anlatımımız, hayalimiz, fikrimiz, seninle çoğalır, seninle büyür.
Hasılı sevgili okur, biz yazanlar sensiz olamayız. Sen olmazsan zaten, biz hiç olamayız. Senin varlığın ancak, bizleri de var eder. Senin okuyan gözlerin, bizim yarattıklarımıza hayat öpücüğü verendir aslında.
Tabii ki, bizler de, başka yazanları okuduğumuzda, yazan kimliğimizden sıyrılıp, okur kimliğimize bürünürüz. O zaman da bizler, başka yazanların yaratıcılığından meydana gelmiş öykülerdeki mekanların, kişilerin, olayların kendimizce kopyalarını yaratırız kafamızda. Böylece biz de o an için, okuduğumuz o yazarın düşüncelerine, hayallerine, fikirlerine ortak olmuşuzdur.
Bir kitabın adı, bir öykünün başlığı, bir yazının ilk satırları ilgimizi çekmiş ve gerisini bilmek, sonrasını öğrenmek istemişizdir. O yüzden o yazarın kapısını çalıp, bize göstermiş olduğu kadarıyla, kafasının, yüreğinin içine girmek istemişizdir onun.
Tıpkı senin de bu yazıyı okurken yaptığın gibi.
Güzel şeydir okumak da, yazmak da.
Güzel şeydir bazen okur, bazen de yazar olmak.
Herhalde bu konuda da ayni fikirdeyiz seninle.
Yoksa okur da yazar da olmazdık, öyle değil mi?
Başka mektuplarda da buluşur, başka konuları konuşur, başka şeyler üzerine de dertleşiriz umarım.
0 Yorumlar