Bir kuş gibi yerde, caddenin orta yerinde, can çekişmeye başladı. Ona kimse yardım etmedi. Nasıldı biliyor musunuz? Yaşama tutunmak isteyen ve bunun için kaçmaya çalışan bir kelebek…
Evet! Onu böyle hatırlıyorum.
***
Annem dayanamadı acısına, memlekete gitti. Ben İstanbul’da kaldım. Ağabeyimin yanında.
Unutuldu bir şekilde. Zaten dört erkek çocuğu sahibi, babam, o günden sonra onun adını bile anmadı. Sanki hiç doğmamış gibi, hiç masa etrafında toplanıp onunla da sütlü mısır yememişiz gibi, hiç okullara gitmemişiz, silgimizi kalemimizi aynı sıralarda kaybetmemişiz, kenarında gül oyası olan çarşaf onun yatağına hiç serilmemiş gibi…
O hiç hayatımızda var olmamış gibi yaşadık/ böyle yaşamak öğretildi bize.
Ağlamamız suç sayıldı.
Babam onun yeri apayrı dediği ve portakalını bile elleriyle soyarak verdiği evladının cesedine bile sahip çıkmadı.
Ama ne hayallerimiz vardı. Onunla başka şehre yerleşecektik. O benim kazandığım üniversiteye gelip gidecek, ben açtığı küçük terzi dükkânında hafta sonları ona yardım edecektim. Bilmesem de öğrenecektim dikiş dikmeyi...
Ne güzel gülümseyecekti.
Ne güzel sohbet edecekti.
Ne güzel yaşayacaktı...
Diğer aile bireylerini boş verdim. Meğerse ben ona bilmeden büyük kötülük yapmışım. İşime gelmiş, ondaki inceliği, o gizli gösterişi bazen gün yüzüne çıkarmaya çalıştığını görmezden gelmek. Keşke onun aslını görebilseydim. Yıllarca istemediği bir kimliğe sokup onu, o benim ağabeyim demeseydim.
***
Polislerin coplarından kurtulmak istercesine bir kadın koşuyordu. Adını ben de bilmiyordum. O gece oradaydı işte. Ben de oradaydım. Çıplaktı. Yüzünde makyaj, çorabı ayak bileğine kadar kaçmış. Polisler ‘Kaçak’ Diyorlardı. Bir adamı öldürmüş. Adam memurmuş. Otobanda almış transseksüeli arabasına sonra öldürmüş transseksüel, adamı. İşte bir cinayet hikâyesi. Tüm kısalığı, tüm kapatılmış gerçeklikleriyle…
***
Bildiğiniz bir belediye otobüsü. Yolcular tıklım tıkış, herkesin gözü dışarıda. Benim gözüm polislerden kaçmaya çalışan ve çığlık atan o kadında. Arka tarafta uyuklayan adam, birden hareketlenip bağırmaya başlıyor.
“Öldürün şu dönmeyi.”
‘O benim… ‘
Öylece kalıyorum. Üzerimde büyük bir şaşkınlık…
İniyorum otobüsten, ona doğru koşuyorum. Her şey geliyor gözlerimin önüne Karabük’te yaşanılan çocukluk yılları, 100. Yıl Yatılı İlköğretim Okulu'na başlayışımız, o ilk heyecanlar…
Sonra İstanbul...
Ebruli sanatına merak sarışımız. İlk kız arkadaşımın attığı ilk kazık ve herkesin ölsün diye baktığı o transseksüelin bana, o yıllar, ellerini daha sağlam uzatışı.
***
'Dur!’ Diyordu polis. Elinde silah ’Dur!’ Diyordu. Birlikte izleyip ağladığımız bir film gibiydi her şey. Lakin bu kez filmin kahramanı farklıydı. Çoğu insanın ötekileştirdiğiydi. Görmezden geldiği, görse bile öldürmek istediği...
Bakamadı yüzüme. ’Mehmet git’ Dedi.
'Git Mehmet’...
'Koşma’ Dedim. Vuracaklar seni. Gözlerim yanmıyordu artık. Ağlamak saydamlaşmış göz pınarlarımda bir ad teşkil etmiyordu. Gözlerim kendiliğinden akıyordu.
'Polislerin anlayacağı dilden ’O benim ağabeyim’ Diyordum.
Evet! Onu böyle hatırlıyorum.
***
Annem dayanamadı acısına, memlekete gitti. Ben İstanbul’da kaldım. Ağabeyimin yanında.
Unutuldu bir şekilde. Zaten dört erkek çocuğu sahibi, babam, o günden sonra onun adını bile anmadı. Sanki hiç doğmamış gibi, hiç masa etrafında toplanıp onunla da sütlü mısır yememişiz gibi, hiç okullara gitmemişiz, silgimizi kalemimizi aynı sıralarda kaybetmemişiz, kenarında gül oyası olan çarşaf onun yatağına hiç serilmemiş gibi…
O hiç hayatımızda var olmamış gibi yaşadık/ böyle yaşamak öğretildi bize.
Ağlamamız suç sayıldı.
Babam onun yeri apayrı dediği ve portakalını bile elleriyle soyarak verdiği evladının cesedine bile sahip çıkmadı.
Ama ne hayallerimiz vardı. Onunla başka şehre yerleşecektik. O benim kazandığım üniversiteye gelip gidecek, ben açtığı küçük terzi dükkânında hafta sonları ona yardım edecektim. Bilmesem de öğrenecektim dikiş dikmeyi...
Ne güzel gülümseyecekti.
Ne güzel sohbet edecekti.
Ne güzel yaşayacaktı...
Diğer aile bireylerini boş verdim. Meğerse ben ona bilmeden büyük kötülük yapmışım. İşime gelmiş, ondaki inceliği, o gizli gösterişi bazen gün yüzüne çıkarmaya çalıştığını görmezden gelmek. Keşke onun aslını görebilseydim. Yıllarca istemediği bir kimliğe sokup onu, o benim ağabeyim demeseydim.
***
Polislerin coplarından kurtulmak istercesine bir kadın koşuyordu. Adını ben de bilmiyordum. O gece oradaydı işte. Ben de oradaydım. Çıplaktı. Yüzünde makyaj, çorabı ayak bileğine kadar kaçmış. Polisler ‘Kaçak’ Diyorlardı. Bir adamı öldürmüş. Adam memurmuş. Otobanda almış transseksüeli arabasına sonra öldürmüş transseksüel, adamı. İşte bir cinayet hikâyesi. Tüm kısalığı, tüm kapatılmış gerçeklikleriyle…
***
Bildiğiniz bir belediye otobüsü. Yolcular tıklım tıkış, herkesin gözü dışarıda. Benim gözüm polislerden kaçmaya çalışan ve çığlık atan o kadında. Arka tarafta uyuklayan adam, birden hareketlenip bağırmaya başlıyor.
“Öldürün şu dönmeyi.”
‘O benim… ‘
Öylece kalıyorum. Üzerimde büyük bir şaşkınlık…
İniyorum otobüsten, ona doğru koşuyorum. Her şey geliyor gözlerimin önüne Karabük’te yaşanılan çocukluk yılları, 100. Yıl Yatılı İlköğretim Okulu'na başlayışımız, o ilk heyecanlar…
Sonra İstanbul...
Ebruli sanatına merak sarışımız. İlk kız arkadaşımın attığı ilk kazık ve herkesin ölsün diye baktığı o transseksüelin bana, o yıllar, ellerini daha sağlam uzatışı.
***
'Dur!’ Diyordu polis. Elinde silah ’Dur!’ Diyordu. Birlikte izleyip ağladığımız bir film gibiydi her şey. Lakin bu kez filmin kahramanı farklıydı. Çoğu insanın ötekileştirdiğiydi. Görmezden geldiği, görse bile öldürmek istediği...
Bakamadı yüzüme. ’Mehmet git’ Dedi.
'Git Mehmet’...
'Koşma’ Dedim. Vuracaklar seni. Gözlerim yanmıyordu artık. Ağlamak saydamlaşmış göz pınarlarımda bir ad teşkil etmiyordu. Gözlerim kendiliğinden akıyordu.
'Polislerin anlayacağı dilden ’O benim ağabeyim’ Diyordum.
Kimine göre bir aile dramı, kimine göre bir eğlenceydik o gün.
***
Ve 78 NY 24
seni benden sonsuza dek ayıran o plaka. Yalnızca cansız bedeninin soğukluğu ve o otomobil kaldı hatırımda. Bu yıl Alzheimer olan anneme, seni sordukça hep aynı şeyleri söylüyorum.
Güzel şarkı söylerdi.
Güzel ağlardı.
Güzel yemek yapardı.
Güzel insandı.
Güzel ağlardı.
Güzel yemek yapardı.
Güzel insandı.
Kaleme aldığım hikâye her ne kadar kurgu da olsa, bildiğiniz üzere LGBTT arkadaşlarımın başlarına gelen olaylarla yakından uzaktan ilişkisi vardır. Hikâyede yer alan plaka sahtedir