Banner

Incendies (2010)

Evde izlediğim bazı filmlerde yanımda kağıt kalem bulundururum ufak tefek notlar almak için. Bu filmde de yanımda duruyordu. Ama bir türlü yazmaya elim gitmedi. Film insanı öyle bir ekrana kitliyor ki başka bir şey ile ilgilenemiyorsunuz. 2011 en iyi yabancı Oscar adayı olup da ödülü “In a Better World” filmine nasıl kaptırdı bilmiyorum. “In a Better World” filminde gerek senaryo, gerek görsellik gerek de kurgu oldukça yerinde (ki o filmi de çok beğendim) olsa da bu filmin senaryosu o kadar kuvvetli ki diğer hiçbir filmi aklınıza dahi getiremiyorsunuz. “İçimdeki Yangın” olarak Türkçe’ye çevrilen 130 dakikalık Kanada yapımı bu dramın (yoksa trajedi mi demek daha doğru?) yönetmen koltuğunda Deniz Villeneuve oturuyor. Wajdi Mouawad’in “Scorched” adlı oyundan uyarlanan senaryoya sahip, Fransızca ve Arapça’nın kullanıldığı projenin başrollerinde Lubna Azabal, Melissa Desormeaux-Poulin, Maxim Gaudette, Remy Girard ve Allen Altman oynamaktadır.

Jeanne ve Simon kardeşler, annelerinin son arzusunu yerine getirmek için aile köklerini araştırmak üzere Orta Doğu’ya giderler. Filmin konusu için sadece bu cümlenin yeterli olduğunu düşünüyorum.  Filmi izlemeyi planlıyorsanız ve başka yerde daha uzun bir konu anlatımına denk gelirseniz o sayfayı anında kapamanızı tavsiye ederim. 130 dakikanın tüm büyüsünü kaybedebilirsiniz. Filmin başlangıcından sonuna kadar buram buram dram kokuyor. Ara sıra yayılan umut dramı biraz yumuşatıyor. Bununla birlikte, seyirci hep diken üstünde oturuyor. Kötü bir haber gelecek, daha çok hüzün görecek ya da umduğunu bulamayacak gibi olumsuzluklar kafanızı kurcalıyor. İlk bakışta 130 dakika oldukça uzun görünüyor (ki eğer yoğun dram ve Avrupa filmlerini sevmiyorsanız sonuna kadar belki sabredemeyebilirsiniz. Ama sabrettiğinizde niye filmi övdüğümü anlayacaksınız). Bu zamana kadar izlememe sebebim de zamanı idi. Fakat başladıktan sonra konunun ve kurgunun sürükleyiciliği insanı bırakmıyor. Hem geçmişi hem de şimdiki zamanı iç içe geçirerek anlatıldığından ara sıra kafa karışıyor. En azından başlangıçta anne ve Jeanne birbirine benzediğinden karıştırıyorsunuz hangi zamanda olduğunuzu. Bir süre sonra oturuyor bu kargaşalık ve merak içinde diğer sahneyi bekliyorsunuz. Müzik de bir Avrupa filmine göre oldukça başarılı çünkü tek bir türe ya da ülkeye bağlı kalınmıyor. Özellikle savaş sahnelerinde duyulan müzik iç burkuyor. Geçmiş zamandaki kostümler, görsellik ve yan karakterler (yukarıda sayılanlar dışında) filmin dramını perçinliyor. Konudan oldukça uzak durmaya çalışıyorum. Aile kökünü araştırırken öğrenebileceğiniz en kötü şey ne olabilir? Bir düşünün! İşte düşündüğünüz şeyin çok daha kötüsü bu filmde var!

Belçikalı oyuncu Lubna Azabal, anne karakteriyle harika bir performans sergiliyor. Buradaki oyunculuğu ile Kanada'nın 31. Genie Ödül töreninde ve Abu Dhabi Film Festivali'nde en iyi kadın oyuncu ödüllerinin sahibi olmuştur. Bir insanın bu dramı canlandırabilmesi için çelik gibi sinire sahip olması gerekir. Tabi bu filmi izleyenler için de aynı şey geçerli! Hem nefret, hem aşk, hem savaş… Trajedi mi yoksa Orta Doğu’nun dramı mı bu kadar yürek burkan emin olamıyorum. Fakat tek başına konuyla bu filmin etkili olduğunu düşünmemek gerekiyor. Hem oyunculuk, hem görsellik, hem de müzik senaryo ile birleştiğinde donup kalacağınız bir projeyi yaratıyor. Mutlaka izleyin; eğer sinirlerinize güveniyorsanız…

Yorum Gönder

0 Yorumlar