DUVAR - Bir milyon kalem

Bir milyon kalem

Blog yazarları topluluğu

28 Temmuz 2011 Perşembe

DUVAR

Pencerem salonlarına açılıyor. Onların yatak odasından da bizim arka odayı çok rahat görmek mümkün. Balkonlarıyla mutfağımız arasındaki mesafe ise neredeyse bir adımlık. Bu kadar dibdibeyiz yani. Ama orada, yani neredeyse içiçe yaşadığımız karşı apartmanın 4. kat dairesinde kimlerin yaşadığını, kaç kişi olduklarını, nereli olup nelerden hoşlandıklarını bilmiyorum. Ve eminim ki onların da bizimle ilgili herhangi bir bilgileri yok.

Sabah işe gelirken yol üzerinde kafamdan geçenler bunlar. Neredeyse boş bulunan her yere, daha hazırları onlara hayat verecek nefesleri içlerine dolduramamış boş boş bekliyorken, büyük bir hızla yeni yeni binalar dikiliyor. Binalar arasında adım atılacak boş bir alan bırakılmıyor, o kadar içiçe ki her şey; sanki bütün sokak hatta cadde tek ve kocaman bir ev ve herkes, hep beraber aynı evin içersinde yaşıyormuş izlenimi uyandırıyor insanda. Aynı evin içersinde yaşayan ama birbirine bir o kadar da uzak, yabancı kişiler...

Hatırlıyorum da kapıların yok sayıldığı, kendi çocuğunu evinde bulamayan bir annenin gideceği ilk adresi bildiği, komşuluktan öte duyguların var olduğu günlerde vardı bir zamanlar. Bu kadar çok, bu kadar içiçe, bu kadar yakın değildi oturduğumuz binalar ama bizler çok, içiçe ve yakındık; dosttuk, komşuyduk, bir şekilde birbirinden haberdar olan insanlardık en azından...Bir maniniz yoksa akşam size geleceğiz’lerden, kapı önünde karşılaşmalarda yüzlerde beliren içten gülümsemelere, evde pişen aşın paylaşımından boş gönderilmeyen tabaklara kadar daha samimiydi her şey. Aynı düşünmüyor olsak bile aynı dili konuşuyor olmanın, insan olmanın hoşgörüsü vardı her birimizde. Sevgi vardı, hiç olmadı saygı vardı mecburiyetten uzak, içten gelen, sadece büyüklere değil her yaştan, her kesimden insana gösterilen.

Şimdi ise daha dün akşamdan kulaklarıma asılı kalmış cevaplayamadığım sorular var aklımda beni rahatsız eden; apartman kapısının anahtarını unutmuş olduğumdan dolayı bir komşunun ziline bastığımda ve bana “kim” olduğum sorulduğunda pek de inanarak söylemediğim “komşunuz” cevabı ve 3 numaralı dairenin yine aynı inanmazlıkla bu cevap karşısında bir süre sessiz kalışı...

Sahi kimdik biz? Kimdik o zamanlar ve kim olduk, neye dönüştük şimdilerde? Ne değişti o günlerden bugüne; aynı binada yaşayan ama birbirinden hiçbir şekilde haberdar olmayan, yanyana geçerken bile şüpheli bakışlarla birbirini süzen insanlar mı oluverdik sadece? Tehlike anında kurtarılacak ilk şeyler arasında bile birbirinin gözünde yeri olmayan kişiler miyiz artık? Aynı sokaklarda aynı adımları atarken, birbiri hakkında sadece dış görüntülerinden yola çıkarak önyargılarda bulunup direk “öteki”leştirdiklerimiz miyiz? Bu yüzden mi bu kadar az, bu kadar uzak ve soğuğuz birbirimize?

Ben dışımızda yükseliyor sanıyordum binalar, üstelik dibdibe, birbirine çoğu zaman rahatsız edecek kadar yakın. Ama asıl duvarlar içimizde yükselttiklerimizmiş aslında gün ve gün. İçimizde ördüğümüz duvarlarmış bizleri her gün biraz daha uzaklaştırıp birbirimizden, aramıza aşılmaz setler koyan. Ve eğer böyle giderse çok değil, kısa bir süre sonra, kendi yaptığımız, yükselttiğimiz incelikten, gerçeklikten, insanlıktan uzak, altı boş duvarların altında kalacağız, kendimizi kendimiz bile kurtaramadan...



*Görsel: Flickr.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen düşüncelerinizle katkıda bulunun.

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Sayfalar