Yavaş yaşayıp hızlı yaşlanıyoruz. Elbette yaşım “yaşlılık kompleksi” için çok erken. Ama yaşlanmak ile yaşlılık ayrı şeyler. Yaşlanmak bir çocuğun da 70’lik bir ninenin de problemi. Yaşlanmamın bir problem olduğunu ben uydurdum. Kendime katılmadığım da olur bazen. Selam verdiğim bir teyze bana “ Aleyküm selam gardaş” dedi. Oğlum evladım gibi şeyler duymaya alışığım oysa. Acaba “Teyze dedim diye mi ?” yaptı bunu. Farkında mıydı yoksa “gardaş” dediğinde bir paragraf kadar şey düşüneceğimin ?
Tahammülsüzüz. Bazen herkese herşeye tahammülsüz oluveriyoruz. Her şeye tahammülsüz olduğumuz zamanlarla her şeye tahammül etmediğimiz zamanlar arasında yaşlanıp gidiyoruz . Sadece bizim gibi olanlara ve sadece sevdiklerimize tahammül ediyoruz. Hoşgörüyü ise sadece kazanana verilen bir ödül gibi tutuyoruz elimizde. Sevdiklerimize de tahammül edemiyoruz bazen. Annemize babamıza. Kardeşimize bile.. Bazen evladımıza. Sevdiklerimizi her zaman sevemiyor olduğumuzu farkettiriyor bu bana. İngilizcede geniş zamanda kullanılabilen bir fiili biz şimdiki zamanda kullanabiliyoruz. Seviyorum. Yani şimdilik. Sigortasız bir duygu sevmek bizim için. Bugünü var yarını yok belki. Bizim dilimizde ölümlü bir kelime “sevmek” . Tahammülümüzün de geleceği yok o yüzden.
Kaldırımda yürürken önümde kaldırımı ortalamış sallana sallana giden adamlara öyle sinir oluyorum ki bazen ensesine tokadı basıp “Sorması ayıp mal mısın ? Ne b*k yemeye dışardasın. İşin yoksa git otur bi yerde. Gezme salak salak ” diyecek oluyorum. Haddinden fazla yavaş konuşanı ve aynı şeyleri tekrar tekrar anlatanları da esefle kınıyorum. Önce cümleyi düz geçiyor. Sonra aynı cümlenin bazı kelimelerinde vurgulara yer veriyor. “He-ce-le-mek ge-re-kir-se..” diyerek üçüncü kez cümleye giriş yapmışsa artık hal ve hareketlerinle “ Ölüyü fazla yıkarsan..” demelisin. Cep telefonunu çıkart .Tuş kilidiyle oyna felan. Ama beyin olarak orda olmadığını hissettir ona. Eğer hala anlamıyorsa anla ki “Beyin olarak o zaten senin yanında değilmiş” Hangi çağdayız çıkmadı hala bunların sessiz modda çalışanları. Tahammül edemediğim şeyler o kadar çoğalıyor ki bazen. Kendime de tahammül edemez oluyorum. Damlayan musluğa, göz kırpıp açılmayan floresana, kördüğüm olmuş kulaklığa, prizden ayrılmayan fişe, evde atletle dolaşan birine, işi hep ağırdan alan berbere, sokaklara tükürenlere, kibirli insanlara, yalancılara…
Tuttuğumuz takımdan, oy verdiğimiz partiden başkasına. Bizimle aynı dinden aynı mezhepten olmayana. Aynı ırktan olmayana, bizimle aynı dili konuşmayana tahammülümüz ve hoşgörümüz yok. Biri çıksa ve deseki “Artık hoşgörmek yasak. Tahammül etmek suç” eminim memleket ayağa kalkar. Oysa suç gibi tahammül etmek ve yasak gibi hoşgörmek günümüzde . Üstelik bu yasakları kendimize biz koyduk. Bizi sınırlayan her şeye ateş püskürürken kendimize kırmızı çizgiler çiziyoruz.
Hep bir koşturmaca içindeyiz. Hep bir telaş. Oysa hiçbir iş ,hiçbir görev ,hiçbir dert, tasa, ödev evimizden çıkarken “ Allah’a emanet olun “ dememize engel olamaz olmamalı. “Hoşçakal anne, hoşçakal baba “ diyerek kapıyı kapatıp evden çıkmamıza , bitişiğimizdeki lokantacıya “Günaydın”, büfedekine “Hayırlı işler” dememize, yoldaki yaşlı bir ninenin halini hatırını sormamıza, her sabah en az bir tane hiç tanımadığımız birine selam sevmemize, bir çocuğun başını okşamamıza, birine “ iyi günler” birine “hayırlı akşamlar” birine “ kolay gelsin” dememize hiçbir şey engel olmamalı oysa.
Bir de “canın sağolsun” var ki kitaplar yazılır o deyim için. Kimbilir kaç saklı hikaye “canın sağolsun” ile bitiyordur. “Sınavı kazanamadım baba; canın sağolsun kızım”. “Arabayı vurdum dede ; canın sağolsun evladım” . “Ayrıldım Hakan’dan. Eve döndüm ; canın sağolsun yavrum”. Bunun gibi milyonlarca hikaye .
Ve bir o kadarında da eksik bir cümle “yeter ki canın sağolsun” .
Geçen hafta kpss’ye girdim. Sınav çıkışında otobüs beklerken mahalleden Ahmet abiye rastladım. O da girmiş sınava. Evli 4-5 yaşlarında çok tatlı ve zeki bir oğlu var. Edebiyat öğretmenliği okudu. İşsiz. Senelerdir kpss’ye giriyor. Ama hazırlanamıyor. Sınavı konuştuk. Öylesine giriyorum dedi. Arayı açmamak için. Gün gelir de hazırlanırım diyerek. Neden hazırlanmıyorsun belki biraz üzerine gitsen atanırsın dedim. Kendi de biliyordu ama sustu bişey demedi. Akşam yemekte bahsettim. Babam söyledi. Babası “ Kaç senedir okuyor daha bişey olamadı eşşoğleşşek” diyormuş onu çalışırken gördüğünde. Babası yaşlı ve hasta. O zaman anladım. ” Gün gelir belki hazırlanırım. Arayı açmamak için giriyorum” sözlerinin ne anlama geldiğini. Oysa babası “canın sağolsun oğlum” deseydi oğlunun ümitleri onun ölümüne, hayalleri de ölümünden sonraya kalmazdı.
“Yeter ki canın sağolsun” kadar kucaklayıcı koruyucu güven verici ve samimi bir cümlenin bırakın başka dilleri bizim dilimizde bile başka bir örneği yok. “Günaydın” diyerek başlayalım mı her güne. Gülücükler saçarak. Selam vererek mahallemizdekilere. “İyi günler”, “iyi akşamlar” “ hayırlı işler” diyerek yürüyelim mi sokakta. “İyi uykular, Hayırlı geceler ” diye bir mesaj yazalım mı her gece 3-5 arkadaşımıza.
Sevme. Canın sağolsun !
0 Yorumlar