Ekim 2010 tarihinde vizyona girdiğinde oyuncu kadrosu ile merak uyandıran Stone (Türkçe’si çok alakalıymış gibi Şantaj olarak çevrilmiş), izlendikten sonra harcanan kadroyla şaşırtıyor. “The Painted Veil” yönetmeni ve “The Killer Inside Me” senaristi John Curran’ın yönettiği filmin senaryosunu “Junebug” senaristi Angus Maclachan kaleme alıyor. Robert De Niro, Edward Norton, Milla Jovovich ve Frances Conroy gibi muhteşem bir ekip de kamera önünde yerini alıyor. Bu filme nasıl ikna edildiklerini anlamak ise oldukça zor görünüyor.
Şartlı tahliye memuru Jack Mabry (De Niro) emekliliğinin son günlerini iple çekerken, büyükanne ve büyükbabasının cinayetini yangınla kaza gibi göstererek olayı kapatmaya çalıştığı için hapiste bulunan Gerald Stone Creeson’ın (Norton) dosyasını şartlı tahliye gerekçesiyle tekrardan incelemekle görevlendirilir. Stone şartlı tahliye ile dışarı çıkabilmesi için Jack’i ikna etmek zorundadır. Ama bu çaba hiç kolay olmayacaktır.
Dramın yanında hafif bir gerilim de sunan Stone’un senaryosu aslında dişe dokunur bir başarıya sahip görünüyor. Bununla birlikte, çok ağır bir tempoda ilerlemesi ve olayları yeteri kadar birleştirememesi seyirciyi izlerken biraz zorluyor. Girişi oldukça ilgi çekici ve merak uyandıran sahnelerden oluşuyor. Devamı ise girişle çok fazla bağlanamadan ve hatta o öyküyü çok arka planda bırakarak ilerliyor. Senaryonun sebep olduğu o kasvetli atmosfer insana sıkıntı veriyor lakin bu bir başarı olarak yansıtılamıyor. Sıradan bir yaşam sürdüren insanlar, varoş hayatı, geçmişte problemleri olan ve bunların acı meyvesini yemekle yükümlü kılınan çaresiz evli bir kadın, çok sağlam durmayan hapishanedeki adam, onun güzeller güzeli saf mı değil mi anlaşılmayan karısı film için potansiyel bir başarı olarak sunulabilirdi. Geçmiş zamanlı olarak söyledim çünkü bu malzemeleri gerek senarist gerekse yönetmen yeteri kadar kullanamıyorlar.
105 dakikalık bu dramı en çarpıcı yapan muhteşem kadronun başında Robert De Niro oturuyor. Robert De Niro olsun da yeter ki kötü filmde oynasın diyerekten bu filmi izleyebilirsiniz. Zaten muhteşem bir oyunculuk garantisi vermiş bu markalaşmış ismi en çok da bunun için seyretmiyor muyuz? 1975 Ukrayna doğumlu Milla Jovovich ise gözlerinizi ayıramayacağınız güzelliğiyle bu drama renk katıyor. Oldukça konuşulacak cesur sahnelere de imza atarken saf mı yoksa çok mu zeki (Banu Alkan için hep sorarız ya bunu zaten) bir karakteri canlandırıyor, bir türlü emin olamıyorsunuz. Diğer yandan, senaryonun gidişatına bakıldığında cesur sahnelerin gerekliliği konusunda soru işaretleri havada uçuşuyor. Ne tür olarak, ne de konu olarak bu sahnelerin bağlayıcı özelliği yok. Amaç gişe ise onu da zaten elde edemediği oldukça açık. Gene de “Resident Evil” serisiyle kendini tanınan bir oyuncu olarak ispatlayan Jovovich, bu projede oldukça başarılı bir performans sergiliyor. “Primal Fear” ile en iyi yardımcı erkek oyuncu Oscar adayı, “American History X” ile en iyi erkek oyuncu Oscar adayı ve “Fight Club” ile hayatımıza hızlı bir dalış yapıp kalbimizi fetheden Edward Norton ise Stone karakteri ile tekrardan her türlü karakteri canlandırmakta usta olduğunu seyirciye kanıtlıyor. “İnsan hapisten kurtulmak için bu yola başvurur mu be adam?!” diye Stone karakterine hayıflanırken, Norton’dan ne kadar etkilendiğinizi fark edebilirsiniz.
seyirci-koltugu.blogspot.com
0 Yorumlar