1996 yılı, Temmuzun ikisi...
Yine bir Manisa seyahatiydi ama bu kez ensesindeki morartı, kollarındaki halsizlikle her şeyi olmasına rağmen hiçbir şeyi olmayan, o yetişkin, bendim. Babam kimseye söylememem için tembihlemişti ama Akhisar'a varır varmaz çenemdeki titremeye engel olamayıp anneme 'Bunu bana o yaptı' demiştim. Çünkü annem, onun adını ağzına almak istemezdi. Geçmişte yaşadığı her şeyi unutmaya çalışırdı. Ve 'O' dediğimde sanki vücudundaki kanı çekilmiş bir vaziyette yüzüme bakardı. Annem bencildi. Yalnız kendini düşünürdü. Ben ise, karnemi alır almaz Akhisar'ı ve Kayacık pınarını düşünürdüm ama en çok annemi...
Şimdi bu aynanın karşısında otururken yaşanarak bitmiş onca yıl, her yaz tatili Manisa yollarına düştüğüm Temmuz ayı ve zeytin ağaçları geliyor aklıma.
***
Şimdi bu aynanın karşısında otururken yaşanarak bitmiş onca yıl, her yaz tatili Manisa yollarına düştüğüm Temmuz ayı ve zeytin ağaçları geliyor aklıma.
***
Tek celsede ayrılan bir kadın ve adamın tek çocuğu olunca kendini garip hissediyorsun. Bir kere onlara yetişemeyecek kadar kısasın, onlara söz geçiremeyecek kadar çocuk, onların seni anlamayacağı kadar Trans kadınsın. Bunu genelde arkadaşlarıma söylüyorum 'Onların anlayamayacağı kadar...'
Sahi, babam onlu yaşlarımda yalnızca bunun için dövdü beni.Yalnızca bunun için pencere ile pervazın arasında ellerimi sıkıştırdı. Yalnızca bunun için her morluğa bir bahane bulmak zorunda kaldım. Masada oturup yemek yerken birden irkilip kaşığı tabağın kenarına çarpan, o yetişkin, bendim. Anneme en büyük yalanlarımı o benden ayrı ve mutluyken söyledim. 'Hayır, bir daha bana dokunmadı'
Annemle aramız İstanbul-Manisa aralığı kadardı. Ne zaman yaz tatili gelse köyde çalışacağını ve beni bir aydan fazla yanında tutamayacağını söylerdi. Bende eli mahkum İstanbul'a dönerdim. Yıllar sonra anlayacaktım annemin gözünde yalnızca bir hiç olduğumu.
Hiç değildim aslında, hep vardım.
***
Dün eve çekirdeksiz üzüm getirmiştim. Almayanı dövüyorlar diye. Her şey gibi üzümde ucuzlamış bu sene. Derin göbekli tabakları görünce Akhisar geliyor aklıma. Annemin önüme yemem için koyduğu o üzüm tabağı ve erken uyuması gerektiğini söyleyerek yatmaya gidişi...
Orada o çardak altında öylece kalışım. O gece de Hamiyet Yüceses dinliyordu annem. Bahçeden eve doğru yürürken o kadın beyaz çiçekli eteğini okşarken rüzgarda, ağlıyordum.
Şu an yine o gece olduğu gibi, bu gece de söyleyemem derdimi diyor Hamiyet Yüceses. Annemin en sevdiği şarkı...
Sana söyleyebilseydim anne, ellerimi hep daha naif kullandığımı, yürüyüşümün senin gibi kuğuları andırdığını, beni sünnet ettirdiğiniz o gün içimden 'Pipimden tamamen kurtarın beni' diye bağırdığımı. Lakin babam mutluydu, çocuğu sözüm ona erkek olmuştu.
Şimdi bu masada ilk defa, aynanın karşısında ondan köşe bucak sakladığım peruğumu başıma takmış tararken, içeri ki oda da bugün öğle vakti ölmüş bir adam,babam, yerde öylece yatarken yarım bırakılmış helva tabakları orada buradayken...
Artık pamuklarla yaptığım göğüslerim var anne. Yıllar sonra ilk kez transseksüel olduğum için beni döven bir adam, biraz daha az yanında kalayım diye köyde çalışmayı bahane eden bir annem, yok. Yalnızca ben varım.
Hiç değildim aslında, hep vardım.
Şimdi otuz yaşındayım.
Keşke biraz daha o çardak altında kalabilseydik ve söyleyebilseydim derdimi.