Sana daha önce kendimi hiçbir yere ait hissetmediğimi söylemiş miydim? Geçmişin kökleri ne derece sağlam ve sıkıysa o kadar çok ve güçlü olur derler ya hani bu bağlılık, bu ait olma hali. Belki de ben; unutmuş gibi yaptığım ve çok ama çok derinlere atıp bir daha gün yüzüne çıkarmadığım içimdeki kopuk kopuk geçmiş parçaları yüzünden kendimi hiçbir yere ait hissedemiyorum. Ve bunu da en çok sıradan gündelik yaşantımın dışına çıkıp da -bu haftasonu yaptığım gibi- başka şehirlerin, başka insanların, başka hikayelerin misafiri olduğum zamanlar anlıyorum.
Dün sabah denize karşı kurulu kahvaltı masasında da, o sıcağa rağmen yapılan ve saatler süren sahil gezintisinde de, çarşıda sokak aralarında dolaşılıp çay bahçelerinde verilen molalarda da, eve dönüşte yorgunluk nedeniyle 1 saatliğine sığınılan yarı uykulu yarı uyanık zamanlarda da, çatlayana kadar yediğim akşam yemeğinde de, balkonda deniz manzaralı ve bitmek bilmeyen davullu zurnalı kına alayının eşliğinde içtiğimiz şaraplarda da, gecenin sonunda çok uzaklardan gelen ama hemen yanıbaşımızdaymışcasına dinlediğimiz fasılda da, sana yazdıklarımda da bu düşünce içimde bir yerde hep vardı. Ve biliyorum ki ben nerede ne yapıyor olursam olayım hep de olacak.
İşte bu yüzden; bir sırt çantam olmalı benim, içinde birkaç önemli eşyam sadece. Ve ben yollarda olmalıyım, başka başka şehirlerde, başka başka insanlarla, başka başka öykülerde. Ne tanıdık ne de bir yabancı olmalıyım gözlerinde. İlk defa gelmiş gibi meraklı ve çekingen ama sanki öncesi de varmış gibi sıcak, samimi ve doğal karşılamalı, karşılanmalıyım. Tadını çıkarmalıyım orada olduğum her bir anın ve sonra tadında bırakarak her şeyi, alışmadan ve alıştırmadan gitmeliyim. Ama ardımda mutlaka birkaç insan, birkaç bakış, birkaç kelime, birkaç iz bırakmalıyım kendimden. Çok değil ama; beni tanımalarına yetecek ve bir o kadar da bana yabancı kalacak kadar. Bir gün o şehre tekrar gelecekmiş gibi ve bir o kadar da bu gidişin bir dönüşü olmayacakmış gibi. Ne ait olmalıyım, bağlanmalıyım o şehre ne de tamamen köksüz ve bağsız bir yabancı olarak kalmalıyım. Hiçbir zaman bulamayacağını içten içe bilse de hanını arayan bir yolcu gibi olmalı benim varlığım. Her seferinde hem bir geri dönüş hem de bir terk ediş gibi...
TEMMUZ MEKTUPLARI 10’
Dün sabah denize karşı kurulu kahvaltı masasında da, o sıcağa rağmen yapılan ve saatler süren sahil gezintisinde de, çarşıda sokak aralarında dolaşılıp çay bahçelerinde verilen molalarda da, eve dönüşte yorgunluk nedeniyle 1 saatliğine sığınılan yarı uykulu yarı uyanık zamanlarda da, çatlayana kadar yediğim akşam yemeğinde de, balkonda deniz manzaralı ve bitmek bilmeyen davullu zurnalı kına alayının eşliğinde içtiğimiz şaraplarda da, gecenin sonunda çok uzaklardan gelen ama hemen yanıbaşımızdaymışcasına dinlediğimiz fasılda da, sana yazdıklarımda da bu düşünce içimde bir yerde hep vardı. Ve biliyorum ki ben nerede ne yapıyor olursam olayım hep de olacak.
İşte bu yüzden; bir sırt çantam olmalı benim, içinde birkaç önemli eşyam sadece. Ve ben yollarda olmalıyım, başka başka şehirlerde, başka başka insanlarla, başka başka öykülerde. Ne tanıdık ne de bir yabancı olmalıyım gözlerinde. İlk defa gelmiş gibi meraklı ve çekingen ama sanki öncesi de varmış gibi sıcak, samimi ve doğal karşılamalı, karşılanmalıyım. Tadını çıkarmalıyım orada olduğum her bir anın ve sonra tadında bırakarak her şeyi, alışmadan ve alıştırmadan gitmeliyim. Ama ardımda mutlaka birkaç insan, birkaç bakış, birkaç kelime, birkaç iz bırakmalıyım kendimden. Çok değil ama; beni tanımalarına yetecek ve bir o kadar da bana yabancı kalacak kadar. Bir gün o şehre tekrar gelecekmiş gibi ve bir o kadar da bu gidişin bir dönüşü olmayacakmış gibi. Ne ait olmalıyım, bağlanmalıyım o şehre ne de tamamen köksüz ve bağsız bir yabancı olarak kalmalıyım. Hiçbir zaman bulamayacağını içten içe bilse de hanını arayan bir yolcu gibi olmalı benim varlığım. Her seferinde hem bir geri dönüş hem de bir terk ediş gibi...
TEMMUZ MEKTUPLARI 10’
Görsel: Deviantart
0 Yorumlar