Banner

The Way Back - Dönüş Yolu (2010)

Sławomir Rawicz, Polonyalı bir teğmen. 2. Dünya Savaşı sırasında esir düşüyor ve Sibirya'da esir kampına götürülüyor. Oradan kaçması ve geri dönmesi gerek. Ama bir sıkıntı var, bulundukları yer -40 dereceye kadar düşebiliyor ve 5 milyon kilometrekarelik bir alanda. İçeriden kendi gibi düşünen birkaç kişiyi de kafalayıp kamptan kaçıyorlar ama burası en kolay kısmı. Çünkü kaçaklar için konulan bir ödül var ve en yakın gidebilecekleri yer sadece 6500 km. uzaklıkta. Ellerindeki tek seçenek de yürümek. Ve başlıyorlar yürümeye.

Rawicz bu kaçış macerasını The Long Walk adlı kitaba dönüştürüyor ve 1956'da yayınlanan kitap 500 bin adet satıyor. Tabii bunun yanında birçok insana da ilham kaynağı oluyor bu olay. 1915 doğumlu yazar 2004'te ölüyor. 2006'da BBC'nin bulduğu belgeler hikayeyi başka bir boyuta taşıyor. Rawicz aslında kaçmamış, 1942'de SSCB tarafından serbest bırakılmış. 2009 Mayısında ise Witold Gliński adındaki başka bir 2. Dünya Savaşı görmüş asker ortaya çıkarak, hikayenin doğru olduğunu ama Rawicz'in değil, kendisinin yaşadığını iddia ediyor elimde somut kanıtlar var diyerek.

The Truman Show ve Dead Poets Society gibi iki kült oğlu kült filmi sinemaya kazandıran Peter Weir'in yönetmenlik koltuğunda oturduğu The Way Back, kensinin 7 yıl aradan sonra gelen ilk filmi. (Master and Commander: The Far Side of the World [2003]) Senaryoyu da Keith R. Clarke ile birlikte yukarıda bahsettiğim romandan uyarlayan Peter Weir, filmde geçen hikayenin gerçek olduğuna inanıyor ama filmin temelinin kurguya dayandığını ifade ediyor.

Kadro ise gayet tatmin edici. Fifty Dead Men Walking'de izlediğimiz Jim Sturgess başrolde. Üst düzey olmasa da kendine düşen görevi yerine getirdiğini söyleyebilirim. Ne fazla ne eksik. Hemen yanında Colin Farrell ve Ed Harris var ki ikisi de döktürmüş. Özellike Farrell'ı nedense pek sevememiştim bu zamana kadar ama bu filmde ayrı oynamış. 2010'un izlenesi performanslarından olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ed Harris ise her zamanki gibi. Ne verirseniz döktürüyor. Onu izlemek gerçekten keyifli. Bir diğer dikkat edilesi de, The Lovely Bones - Cennetimden Bakarken filminde de beğendiğim Saoirse Ronan. Bıraktığımız yerden devam ediyor belli ki. Üstüne de koyuyor. Aferin. Hatta bu yıl başrolünde olduğu Hanna isimli filmi de vizyona girdi geçen haftalarda ABD'de. Sevilmiş olacak ki iyi puan almış. Takipteyiz. Son olarak Mark Strong var. Sık sık izliyoruz kendisini kötü adam olarak. Rolü fazla olmasa da onu da görmek güzeldi.

Film için yorumuma geçecek olursak, öncelikle belirteyim benim için gerçek hikayelerden uyarlanan filmlerin yeri farklı olmuştur. Tamam belki biraz şaibeli bir hikayeye sahip ama sonuçta elimizde 2 saat 13 dakikalık dev süresine rağmen (bol dizi izleyince uzun geliyor tabii) finaline kadar ekranda tutmayı başaran bir film var. Kostümünden makyajına gayet başarılı gözüken, 30 milyon dolarlık bütçesiyle hiç sırıtmayan, oyunculukları kesinlikle doyuran ve temposunu biraz olsun düşürmeyen bir film buldunuz mu yapışmanız gerekiyor. Belki dramı biraz daha iyi verebilirdi, belki o gerçek hikaye mesajını başında değil de sonunda verse daha vurucu olabilirdi ama bu haliyle de izlenesi ve kesinlikle tavsiye edilesi bir kaçış filmi, bir başka deyişle yol filmi duruyorsa arşivde gözden kaçmamalı, ilk fırsatta şans verilmeli diyorum.

Blog sansürünün en kısa sürede kalkmasını dileyerek, kırılan şevklerimizin yerine gelmesini isteyerek Dönüş Yolu filmini izlemenizi ve inanılması güç bir hikayeye tanıklık etmenizi istiyorum. Belki şaibeli, belki biraz abartılı ama sonuçta harcadığınız vaktin karşılığını kesinlikle veriyor. Sizi susuz bırakmak dışında. Keyifli seyirler. 8,5/10

Yorum Gönder

0 Yorumlar