An geliyor, şöyle bir dönüp de baktığında kendi içine, hiçbir şey olmadığını farkediyorsun, koca ağır bir boşlukta buluyorsun aklını, yüreğini, ne var ne yoksa herşeyini. Sonra o boşluk içinden çıkıp bütün etrafını sarıyor ve hep varmışcasına orada öylece asılı kalıyor. An geliyor sen çoğu zaman kıyılarında dolaştığın hayata tamemen sırtını dönerek belki de, bırakarak kendini o boşluğun en dibine, kendi kendine bir hiç olup çıkıyorsun.
Derken telefonun ucundaki bir ses “kardelen” diyor odanın adı, ve “bunu sadece sen anlarsın” diye ekliyor sonuna. Bir başkası şehrini paylaşmayı teklif ediyor, sen kendi şehrinden daha hiç bahsetmemişken. Bir mektubun satır aralarında buluyorsun kendini, bir konuşmanın öznesi olduğunu farkediyorsun birden bire, yanından geçip giden bir dedenin gözlerindeki tebessüm, küçük sevimli bir kız çocuğunun yarım yamalak konuşması, genç ve bir o kadar acemi bir çiftin aşk telaşı oluyorsun bir anda...Sen ne kadar yumsan da gözlerini, hayat elini kolunu sallaya sallaya dolaşıyor işte etrafında, ince ince değdiriyor sana her biri tanıdık bir o kadar senden olan öykülerini, hissediyorsun.
An geliyor, kendi kendine ihanet etmişcesine pişman ediyor zaman seni, silkeliyor sıkı sıkı, kırıyor, döküyor, vuruyor ama öldürmüyor. Sonra o pişmanlık içersinde yeniden bakışlarını kendi içine döndürüp de alıyorsun aklını, yüreğini ne var ne yoksa herşeyini bıraktığın yerden, sımsıkı sarılıyorsun. An geliyor, görünmez bir bağla bağlanıveriyorsun tekrar hayata tam da sırtını döndüğün yerden...
Derken telefonun ucundaki bir ses “kardelen” diyor odanın adı, ve “bunu sadece sen anlarsın” diye ekliyor sonuna. Bir başkası şehrini paylaşmayı teklif ediyor, sen kendi şehrinden daha hiç bahsetmemişken. Bir mektubun satır aralarında buluyorsun kendini, bir konuşmanın öznesi olduğunu farkediyorsun birden bire, yanından geçip giden bir dedenin gözlerindeki tebessüm, küçük sevimli bir kız çocuğunun yarım yamalak konuşması, genç ve bir o kadar acemi bir çiftin aşk telaşı oluyorsun bir anda...Sen ne kadar yumsan da gözlerini, hayat elini kolunu sallaya sallaya dolaşıyor işte etrafında, ince ince değdiriyor sana her biri tanıdık bir o kadar senden olan öykülerini, hissediyorsun.
An geliyor, kendi kendine ihanet etmişcesine pişman ediyor zaman seni, silkeliyor sıkı sıkı, kırıyor, döküyor, vuruyor ama öldürmüyor. Sonra o pişmanlık içersinde yeniden bakışlarını kendi içine döndürüp de alıyorsun aklını, yüreğini ne var ne yoksa herşeyini bıraktığın yerden, sımsıkı sarılıyorsun. An geliyor, görünmez bir bağla bağlanıveriyorsun tekrar hayata tam da sırtını döndüğün yerden...
2 Yorumlar
''an'' hep bizimle ya..
''an'' hep bizde ya..
Ve biz hep ''an''dayız..
Hatıralarımızla geçmişe..
Hayallerimizle geleceğe uzansak da..
Çok güzeldi..
Teşekkürler sevgili Maya..
çok teşekkürler sevgiler...