İnsanlar vardır. Hiç karşı karşıya gelmediğimiz. Hiç yüzyüze konuşmadığımız.
İnsanlar vardır, bir ömür boyu adını duyduğumuz, yüz hatlarını, gözlerini, bakışını, duruşunu ezberlediğimiz.
İnsanlar vardır, hiç tanışıklığımız olmadığı halde, bir şekilde sevdiğimiz.
İnsanlar vardır, yaşamımıza yıllar boyu bir şekilde refakat etmiş olan, yaşamımızın bir şekilde parçası olmuş olan.
Ve bir gün gelir, onlar da çekilip giderler bu yeryüzü sahnesinden. Gittiklerinde gözyaşı dökeriz onlar için, sanki bir yakınımızmış gibi.
Kocaman bir boşluk bırakırlar arkalarında gittiklerinde, onlarsız bir dünya düşünülmez sanki.
Sanki bir parça da götürmüşlerdir giderken bizden, çocukluğumuzun, gençliğimizin, yaşamımızın bir parçasını beraberlerinde.
İşte onlardan biri daha veda etti bu dünyaya.
Elizabeth Rosemond Taylor. Bizim bildiğimiz adıyla Elizabeth Taylor, ya da Liz Taylor. Ajanslar onun bugün Los Angeles’te şubat başından beri kalp yetersizliğinden yatmakta olduğu hastahanede hayata veda ettiğini geçiyorlar.
Sinemaya gidip, gazete okuyup, TV seyredip de adını duymamış olan var mıdır?
Sinemaya 12 yaşındayken başlamış 27 Şubat 1932 de Londra’da doğan Liz. Babası bir antikacı, annesi ise tiyatro oyuncusu. İkinci Dünya Savaşı sırasında ailenin Amerika’ya göçmesinden sonra Amerikan vatandaşlığını alan Liz, sinema kariyerine yeni dünyada başlıyor. Önceleri çocuk yıldız olarak Lassie filmleriyle tanınıyor. Daha sonra “teenager” rolleriyle devam ediyor. Menekşe gözleri ve çarpıcı güzelliğiyle kısa zamanda Hollywood’da yükselmeye başlıyor. O zamanlar sinemada kadın ve erkek olarak tanınmış kim varsa, onlarla geçiyor kamera karşısına. Montgomery Clift, Shelley Winters, Speencer Tracy, Robert Taylor. Filmler filmleri takibediyor ve Liz sinemanın taçsız kraliçesi haline geliyor.
Sekiz evliliğinden ilkini 1950 senesinde Hilton otellerinin varisi Nicky Hilton ile yapıyor. Dünya çapında şöhreti ona getiren film ise, Rock Hudson ve James Dean ile çevirdiği “Devlerin Aşkı”. Daha sonraki klasikleşen filmleri ise Montgomery Clift ile “Hayat Ağacı” ve Paul Newman ile oynadığı “Kızgın DamÜzerindeki Kedi” , yine Clift ile “Birdenbire Geçen Yaz”. 1960 da ilk Oscar’ını getiren film “Telefon Butterfield 8” “Wirginia Wolf’tan Kim Korkar” 1967 de ikinci Oscar’ı getiren film oluyor.
Çok zengin olan film yaşamının yanı sıra Liz’in aşk hayatı ve evlilikleri de çok konuşuluyor. İkinci eşi Michael Wilding’den 1957 de boşanan Liz, 1958 de çok sevdiği üçüncü kocası Mıchael Todd’u bir uçak kazasında kaybediyor. Bu ölümden sonra onu teselli eden ve ilk eşi Debbie Reynolds’tan ayrılmasına neden olduğu şarkıcı Eddie Fisher’ı ise, hayatının büyük aşkı İngiliz aktör Richard Burton uğruna terkediyor.
“Kleopatra” filminin setinde aşık olduğu Richard Burton’la inişli çıkışlı bir ilişkisi olan Liz, onunla iki defa evlenip boşanıyor. Sağcı bir politikacı olan John Warner’la yedinci evliliği altı yılın sonunda bittikten sonra, sekizinci evliliği ile yeniden dedikodulara vesile oluyor. Liz’in son eşi Larry Fortenski, kadın dövmekten sanık, kendisinden 20 yaş küçük bir inşaat işçisi. Ondan da 1995 de ayrılıyor.
Liz rol yapmayı setlerde öğrenmiş bir aktrist, bu konuda hiçbir tahsili olmadığı halde, müstesna güzelliği, spontan oyunculuğu ile yıllarca sinema seyircisini büyülemiş bir süper star.
Liz’in bilinmeyen yönlerinden biri, soğuk savaş sırasında Rusya ile Amerika arasındaki ilişkilerin düzelmesi konusunda yaptığı çalışmalar. Aids konusunda yaptıkları ve kurduğu Aids Vakfı ise bilinen birşey.
1972 senesinden sonra yavaş yavaş film sahnesinden çekilen Liz, daha ziyade küçük bir topluma hitabeden televizyon serileri çevirdi. Son senelerinde sürekli hasta olan Liz, cilt kanseri, zatüree gibi hastalıklarla uğraştı, bir beyin ameliyatı geçirdi ve kalçasını kırdı. Son zamanlarda toplumun gözü önünden çekilmiş, ara sıra televizyonlardaki konuşma programlarında görünmekteydi sadece.
Bir devir kapandı onun gidişiyle.
Sinema tarihinin uzun süreli bir bölümüne damgasını vurmuş bir yıldızdı o.
1 Yorumlar