…demek isterdim! 31 (yeniden) - Bir milyon kalem

Bir milyon kalem

Blog yazarları topluluğu

19 Ocak 2011 Çarşamba

…demek isterdim! 31 (yeniden)

Burhaniye pazarına indiğinde sağa sola asılmış şenlik afişlerini görünce, 2008'de izlediği deve güreşini anlattığı yazısını hatırlayan "abla" tozunu üfürüp yeniden! diyerek yayına koyar:

5YTL’lik Bvlgari’nin arada durması yüzünden 10:00 servisine son dakikada yetişen “abla”nın, günler önce Karaağaç Köyü’nde gördüğü süslü develerin, güreşler öncesi bir çeşit reklam amacıyla, köy köy dolaştırıldığını öğrenip hiç deve güreşi görmediğini belirtmesi üzerine, kendisine Burhaniye’deki güreşin tarihini bildiren şoför Halil Ağabey’in "deve güreşine mi?" sorusunu başını sallayarak yanıtlar.

Burhaniye girişindeki panoda 4. Uluslararası Zeytin ve Zeytinyağı Festivali 26-27 Ocak 2008 yazılı. Cumartesi resim-seramik sergisi açılışı, söyleşiler ve “abla”nın kaçırdığına pek üzüldüğü zeytinyağlı yemek yarışması yapılmış, deve güreşleri Pazar'a kalmış…

Hafif puslu, durgun havada, eski zeytinyağı fabrikası arkasından gelen hoparlör yankısına doğru yürüyen kalabalığa karışan “abla”, girişi kesmiş iki zabıtanın önüne yığılmış delikanlılara "…köylü möylü anlamam!" diyeninden 10 YTL’ye bir giriş bileti alıp bariyeri aşar. Aşar aşmaz da yoğun bir deve sucuğu dumanında yolunu yitirir. "Alman şart değil abla" diyerek yumuşak, lezzetli bir parça ikram eden tezgâhtan "hangi develeri kesiyorlar, yenilenler mi ekmek arası yeniliyor?" sorusuyla yarım ekmek arası sucuk alırken, siparişlere yetişmeye çalışan çocuktan "bir devenin 7 yaşından önce kesilmediğini..." öğrenir.

Bir kanadı kapalı kapıdan biletini verip avluya giren “abla”, güreşlerin başlamış olduğunu görür. Sucuk mangallarından uzakta bir yer ararken 5-10 kişi bir su tankeri üzerine yerleşmiş, yanında traktör römorkuna sofra kurmuş grupları geçip, kasasından anonsun, çekimlerin yapıldığı kamyonun yanında karar kılar, omuzlar arasından uzanarak izler.

Omuzların önünde plastik sandalyelerde oturan iki-üç sıra adam, onların önünde de güreşin yapıldığı geniş toprak meydan… Kamyonun az ötesindeki geçitten, üzerlerinde boncuklarla
işli süslü örtüler, reklam panoları, koca birer çan ve köpüklerin çıktığı ağızlarında örme birer burunsalıkla develer gelmekte. Meydanda, güreşen deveden çok, fosforlu turuncu yeleklerinin sırtında AYIRICILAR yazılı görevli var.

“Abla”nın anladığına göre ağızları bağlı hayvanlar, birbirlerinin boynuna dolanıp –buna makasa alma deniyor- biri diğerini yere çökertince galip sayılıyor. Anons, Borabey, Çakırefe, Çılgındeniz, Tsunami gibi isimler, isimlere uyaklı maniler eklenerek sürmekte: "Bir ana çocuğunu kaybetti ağladı / Bergama’dan Erdemefe, Karaağaç’tan Türkoğlu’nu bağladı" derken sunucu bir yandan da her biri 15’er dakikalık güreşleri yönetmekte. "Bilmemkim, ağabeyin ön kapıda…" biçiminde duyuru, gelenleri "bilmemne Ağa aramıza katılmıştır, kendisine hoşgeldin diyoruz, saygılar…" şeklinde karşılama, "Edremit’ten 1. İdalı, rakibin Sancaktar seni beklemekte, Çanakkale Çan’dan Baranbey, rakibin Çılgınfatih beklemekte, hakkını kaybediyorsun!" diyerek uyarılar yapmakta…

Yaşlı bir adam, deri rahlesini açar, oturur ve “abla” rahat izleme durumuna geçer; demeye kalmadan birbirlerini makasa almaya çalışan Sözay’la Kadirağa “abla”nın bulunduğu tarafa doğru yönelince kalabalık, önde oturanlar da dahil, yerlerinden fırlayıp geriye doğru kaçışır. Tel örgüden önce durdurulan hayvanlar meydanın ortasına çekilir, öndekiler yerlerine yeniden yerleşirken “abla”nın sağından biri öne seslenir; "enişteeee, hem oturuyonuz, hem kaçıyonuz!"

Anons, Pelitköy’ün favorilerini duyurur: "Armağan, Ufuk, Afacan, Karatufan!.." devamla beheri 15YTL’den satılan, karayağız bir oğlanın “abla”ya demesine göre garantili! çekimleri yapan videocuların listesi, ardından Ezine, Çan, Bozdağ ve 24 Şubat’ta yapılacak olan, deve güreşlerinin Kırkpınar’ı Altınova’nın duyurusu yapılır. "Kaymakam Bey’e, Belediye Başkanı’na hoşgeldiniz!" faslının arkasından bu kez Cesibaba ile güreşen Tuna bir kez daha “abla”nın bulunduğu yöne hamle eder, millet kaçışır, Cesibaba kendini bağlatmaz, Tuna baskın gelince meydandan kaçan Cesibaba’nın yenik ilan edilmesi üzerine soldan bir yorum; "iki sene beslersin, bi de böyle kaçar!"

Bu arada Cihanefe’yle Cenk, Faytoncu’yla Gizliefsane kapışır ama fazla heyecan bulamayan ahali "ver coşkuyu!" diyerek alkış talebeden sunucuya pek iltifat etmez. "Benim içime düşmüştü yanan bir kor / Çanakkale Çan’dan İmparator" diyerek maniler eşliğinde üstündeki örtünün rengi, sahibi ve geldiği yerle sunulan develerden ikisinin birbiri etrafında epey bir dönmeleri üzerine "Şekerciler satar idi nane / Boncuk’la Gümüş son makasta pervane" diyerek berabere biten güreşi sonlandırır.

"13:00’ten sonra başa güreşecek Gençosman, Sılacan, Reis, Delice, Mehmetefe…" meydana çıkarken dönüş yoluna geçen “abla” davul zurna eşliğinde harika zeybek oynayan pehlivan görünümlü iki adamı izler bir süre… Çıkışa doğru ilerlerken sucuk mangalları yanında kurulmuş sofralarda rakı da görünce keyfin böylesine hayran kalır.

Kapıya yakın bir platformda, üzerinde CO2 Küresel Isınma, Maden Yasasına Hayır! Kazdağları va Madra Çevre Platformu yazan başı hareketli bir deve maketine bakarken birkaç tanıdık yüz!

“Abla” kupayı kimin aldığını öğrenecek kadar kalamaz, evine dönmek üzere 13:30 servisine biner, nasıl bulduğunu? soran Halil Ağabey’e memnuniyetini bildirir. Dönüş yolunda, Karaağaç Köyü içinde bir bez afiş daha: Kazdağları’nın üstü, Altından daha kıymetlidir! Ne kadar güzel!

İki saat boyunca, rakı unsuru da hesaba katılırsa, en ufak bir rahatsızlık duymadan sağduyulu, geleneklerine bağlı, eğlenmeyi bilen, güzel insanlarımız içinde huzurla güreşi izleyebilen “abla”nın aklına ortalığı türbandı, mescitti, derbiydi, trendiydi, kimin eli kimin cebindeydi… diye bulandırıp, bulandırdıkları sularda kimbilir ne balıklar avlayanlar gelir ve…

…demek ister ki!

Her gün biraz daha hızlan(dırıl)an hayatta, bir şeyler daha gözden kaç(ırıl)arak, bunu hayat sanarak yaşarken, gürültü patırtı arasında yüreğimizin sesini duyabileceğimiz sessizliği, içinde gerçeği güzelliği fark edebileceğimiz sadeliği seçmek yerine, daha hızlı, daha fazla fonksiyonlu, şunu, şunu bir de bunu yapan şeyler edinme uğruna, sevmeye bile zaman ayır(a)mayıp, hayat “sadece hayat”tan vazgeçmeye, ne gerek var?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen düşüncelerinizle katkıda bulunun.

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Sayfalar