Tıkandım. Doğru kelime değil belki ama en yakını. Hani güneşli günde yağıyor gibi görünen küçük ışıkçıklar var ya, elinizle tutmaya çalışırsınız ama sadece kendi kendinize dokunursunuz nihayetinde. (ben çocukken çok yapardım, sizi bilmiyorum) Atıl kazası sanırım bununla açıklanabilir. Beni açıklayabilecek bir benzetme ise bulamadım henüz. Hatırlatırım, Londranın göbeğinde terkedildim, üstelik uzun bacaklı ve zayıftım.
time to pretend
İşin açıkçası, 25 yıllık hayatımda ilk kez terkedildim. İlişkide ayrılan taraf ben olurum demiyorum, son sözü hep karşıdakine söyletirim. Bkz. Ali, Bkz. Bilmediğiniz onlarcası. Ama ayrılma süreci yöneticisi hep ben olurum. Benim için kırılma ve kopma noktası eş zamanlı değil. Bir zaman geliyor, ben sıkılıyorum- kırılma noktası, belli bir süre bunu hissettirip karşımdakinin benden ayrılmasını sağlıyorum- kopma noktası. Böylece aslında iyi bir insan olarak hatırlanıyorum, böylece durup dururken ayrılan kaltak olmuyorum. Veya durup dururken terkedilen masum da. (bu da benim küçük oyunum) Ama Atıl bu ilki başardı. (Tebrik, çiçek, balon yollayabilirsiniz isterseniz) Hiçbir şekilde bana hissettirmeden ayrılmayı kafasına koyup – popoma tekmeyi bastı (Sövgü dolu laflar hazırladım ona, ama burada sarfedecek kadar aptal değilim)
26 Kasım:
Dün halka açık bir ortamın tam ortasında şakacı bir tavırla benden ayrılırken Atıl, bir anda söylediklerini dinlemeyi bırakıp sadece böyle mükemmel bir adamla tekrar sevişemeyeceğimi düşündüm. Zaten uzun da konuşmadı. Kulağıma ayrılmamız gerektiğini fısıldadıktan sonra ne tepki vereceğimi merak ederek yüzüme baktı. Oysa ben, sanki kahvenin ne kadar boktan olduğunu söylemiş gibi , ne kadar haklı olduğunu onaylayan bir ifadeyle kafamı sallıyordum. Bu da onu cesaretlendirmiş olacak; bu cümlenin tartışması bitmişcesine sıradan konulara geçti. Ve evet, hiçbir sebep yokken – en azından benim için – bikaç gündür süren aptal garipliklerinin üstüne bi de bu ayrılmayı ekleyen Atıl kendimi bir çöp gibi hissetmeme neden oldu. Hala tuttuğu elimi çektim. (Bana bunu nasıl yaparsıncılardan değilim. Sayko hatun modelinin ayrılık zamanlarında hoş olmadığının da bilincindeyim – zira öyle bir hissim de yok. Sadece boş hissediyorum. Son 2 ayım bir anda puf!* yok – olmuş gibi. ) Sinirlenmem için kendime zaman tanıdım ki şöyle etkili bi çıkış yapabileyim – ama sinir hücrelerim benden izinsiz tatile çıkmış gibi, hiçbir nefret veya öfke belirtisi yok bende. Baktım olmuyor, zaman tanımaktan vazgeçtim ve kafeye dönmemizi önerdim. Gayet ciddi bir şekilde bir soda istedim, Atıl da sanırım bir espresso daha istedi. Ellerime bakıp ne kadar üşüdüğümü farkettim, ama beynimin böyle şeylerle dağılmasına izin vermedim. "Atılcım", dedim. Sodamdan büyük bir yudum aldım. " Ne kadar büyük bir pislik olduğunu söylememe gerek yok sanırım, ama zaten ben seni en çok bu halinle seviyorum. Neyse şeker, ben gitsem iyi olacak" deyip yanağından öpüp masadan kalkıyorum. Atılın garip bir şaşkınlık içine girdiğini tahmin edersiniz.
Mekandan çıkmadan önce lavaboya uğruyorum. Yüzüme soğuk su çarpıyorum, ve kafamı kaldırdığımda aynadaki ben –tek kelimeyle- harika görünüyor. Galiba, bana terkedilmek de yakışıyor. Bu beni kötü biri yapmaz değil mi?
Hadi bunu dinleyin de biraz eğlenin:
--
1/02/2011 09:10:00 PM tarihinde Lola tarafından 1mk adresine gönderildi
0 Yorumlar