Soğuk bir geceydi, daha önce hiç bu kadar kar yağdığını görmemiştim, köy yolu tamamen kapanmıştı, hasta çcocukların başında endişe ile bekliyorduk. Anne ve babası sabahtan şehire gitmiş, gece dönerken aşırı yağan kardan dolayı köye yakın bir kasabada mahsur kalmıştılar.
Yoğun kar yağışını izlerken, çocukların başuçlarında uyuyakalmıştık. Uyandığımda farkettim ki diğer günde bizlere evlerimizi tamamiyle gömen kardan başka bir şeylerde kalmıştı. Az sonra kapı çalacak ve acı haber kar yığıntılarıyla beraber sıcak evi soğutacaktı..
Kapı acı bir şekilde kısa ve isteksiz, korkak tıkırtılar ile çaldı. Her zamankinden farklıydı o sabah.. Bu kapı sesi, belki de daha bilmediğim başka acıların da yankısıydı..
Kapıyı açtım, gelen köylü ;
-Doktor bey yok mu? hoca hanım dedi.
Doktor bey kapı sesiyle beraber uyanmıştı, köylüye usul usul yaklaşınca, köylü felaketi bildirdi.
Gece tipiye rağmen yola çıkan anne ve babası arabaları yokuştan yuvarlanınca donarak can vermişlerdi. Haberi alınca uzun bir süre sessizce aynı noktaya baktı, o bir doktordu, hastalarının ölüm haberlerini yakınlarına büyük bir soğukkanlılıkla yıllarca vermişti, ama 'ölüm' hali başına gelince bir başka duruyordu herşey..
Bu düşünceler arasında, aklı gidip gelirken, birden yere yığıldı ve hıçkırarak ağlamaya başladı. Kimse yanına yaklaşamadı. Bir süre sonra yanına gidip, elini tuttum ve yığıldığı yerden kaldırdım.
.....
Cenazeler geldiğinde artık herşey ona göre rüya değil tam bir kabustu. Anne ve babası toprağa gömüldükten sonra, herkes evlerine dağıldı. Mezarlığın yanında oturdu ve saatlerce kalkmadı. Yanına yaklaştım. Kirpiklerini hiç kıpırdatmadan yüzüme bakıp;
-Benim artık bir evim yok, dedi.
Ben cevap verecekken, sözümü keserek;
-Seninle gelebilir miyim? Olur mu? dedi.
-Gel...çok çok bir tabak daha koyarız sofraya, dedim.
-Gerek yok, dedi.
Başımı yere eğdim, üzüldüm.
-Neden? dedim.
Sonra;
-Aynı tabaktan yeriz, dedi.
-Benimle evlenir misin? dedi.
-Evet dedim.
Gözlerine baktım, gözlerime baktı, bir daha sevdim, bir daha sevdi, çok sevdim, çok sevdi...
.....
Aradan 3 ay geçmişti, artık o köyden gidecektik. Sabah erkenden gidip işlemleri yapacaktı. Sonra o gelmedi ama ondan bir haber geldi, ölüm haberi.. Çok sevdiği anne ve babası gibi o da trafik kazasında, üstelik yanarak can vermişti.
Teşhis için birilerinin morga girmesi gerekiyordu, soğuk kapıyı açtım ve kıpırdamayan bedenini teşhis ettim.
Bir ara beni gören bir görevli yanındakine fısıldayarak, 'neden ağlamıyor hiç?' dedi.
Morg, insanın duygularını buzlaştıran bir yerdi, hani bazen soğuktan elinizi hissetmezsiniz ya, ama aslında eliniz kangren oluyordur ama siz farkında değilsinizdir, öyle bir durumdu..
Sonra ne yaptım bilmiyorum.
Eve geldim, 'olsun, sofraya bir tabak daha koyarım' dedim. Bir tabak daha koydum, tek başıma yaptığım yemeği yedim. Oysa soframda iki tabak vardı ve diğer tabağın sahibi dönemeyeceği bir yolculuğa çıkmıştı...
Üşüdüm... boş tabağın sahibi de üşüyordu çünkü..
Sonra hatırladım '-Aynı tabaktan yeriz' dediğini.. Boş tabağı kaldırdım..
Ve sonunda ağlamaya başladım.. durmadan..
Neşe Tuana
0 Yorumlar