Yılbaşları, yılsonları... Gecenin bir yarısının bir saniye sonrasının, geride kalan 364 gece yarısından farkı ne olabilir ki? Olduğu düşünülen bu fark, doğanın ruhundan mı kaynaklanıyor yoksa insanların kafasından mı? İşi doğaya bırakırsak, daha farklı bir tarihin gece yarısını bir saniye geçesinin anlam taşıdığını, insanlık tarihinin sayfalarında bulabiliriz. Hatta her toplum, yarattığı kültüre bağlı olarak kendi gece yarılarını ve geçen saniyelerini anlamlandırmıştır diyebiliriz.
Globalleşen(!) dünyada farklı günlerin anlam taşıması, azınlıkta kalan kültürlerin ilgiyle izlenen etkinliklerinden öteye geçmez olup, turistik turların konu başlığına sıkıştırılırken, sıradanlaşmanın eksik lezzeti benliğimize yapışıp kalıyor gün be gün.
Sıradanlık ve aynılaşmanın sonuçları, uyuşuk bedenleri salon takımlarının koltuklarına hapsetmeye başladığında; düzenin açmazı, kendisine her zaman yaptığı gibi bir çıkış yolu arar.
Tanrısallığın ve sadece dualarda yaşamanın, düzenin ekonomik çarklarına katkısının yetersiz kaldığı ve duanın paraya dönüştürülebilecek başka araçlarla ikame edilebileceğinin anlaşılmasıyla; insan evladının, "homo economicus"a dönüşüm sürecinin hızı ve dozajı artarken, yılbaşları ve yılsonlarının önemi de artar oldu.
Kaynak toplumlarda, ilahiyat katkılı tüketimin sınırsızlığı dayatılırken, bizim gibi mevcut yılbaşları ve yılsonlarının ilahiyatına uzak ama cüzdanlarına yakın toplumlarda; içi boşaltılıp kimliksizleştirilmiş, isimsiz, sevimli ve tonton "Heroe"lar cirit atıp, bacalarından girdikleri evlere hediyelerini bırakıp, heybelerini para ile dolduruyorlar. Bizse merkantalistlerin sihirli sözcükleri ile uyu(ş)maya devam ediyoruz.
Modern çağın SANTA CLAUS'ları, Cortez'in değil ve fakat Kristof Colombus'un tüccar misyonerlerinden farksız görünüyor. İki incik, bir boncuk ve bir el aynasına bir kilo altın heba ediyoruz.
Bu tek yanlı trampaya, global dünyanın melezleşmiş yerel uzantılarının da dahil olduğunu gördüğünüz anda akla gelen tek şey; tüm olan bitenin aslında, sistemin doğal sonucu olarak, TANRILARDAN arta kalan ve paçalara yapışan kağıt ya da plastikten mütevvellit değişim aracından az ya da çok paylarına düşenleri toplama çabasının, piramidin en ucundan tabanına kadar genel geçer davranış biçimi olduğu.
Müzikholler , müzikli restaurantlar, müziksiz olup sadece yılbaşı ve yılsonuna özgü müzikli olan restaurantlar, paketi fiyonklu-fiyonksuz program satan oteller, hoteller, barlar ve hatta pavyonlar, paçaya yapışanları yakalama çabası içinde olanların içinde belki de en masum kitle. Piramidin üst kısımları, kar marjlarını arttırma derdine iken bu saydığımız müesseselerin tüm çabası yaşamak ve ayakta kalmak üzere kurulu.
Daha fazla, daha fazla, çok daha fazla eğlence... Daha fazla farklılık(?)... Daha çok kendinden geçercesine alış veriş... Daha çok tüketim... Kendinizi tüketin hatta gelin biz tüketelim, satalım... Oysa yenilen yemek, içilen içki, otelde yatılan yatak, üstünde uyunulan çarşaf ta hep aynı...
İnsan zihni, basitliğin güzelliğini;
Yürekler, ufak bir dokunuşun ya da gülümsenin dünyanın en kaliteli ipeğinden daha iç gıcıklayıcı olduğunu;
Tenler ise küçük bir öpücüğün, pırlanta yüzükten daha ışıldayıcı iz bıraktığını unutuyorlar.
Editoryal : Kırmızı Çizmeli Kedi
İzmir-İzmir Kent Kültür Sanat Dergisi Yılbaşı Özel Sayısı... --
12/28/2010 08:42:00 AM tarihinde AVRAM USTA tarafından
1mk adresine gönderildi
0 Yorumlar