Banner

"Abla"dan, öfke üzerine eski bir yazı (yeniden): …öte yandan… 29

Cemreler düşeli salonda soba başındaki yatağını eski yerine, küçük odaya taşıyan “abla” penceresi dibinde anî bir tıkırtıyla uyanır; kulağına gelen uyarandan bir sonraki, diyafram civarına inmiş beklenmedik yumruk etkisi: KORKU! Çomar, havalanıp indikçe döşemede tınk! sesi veren bir şeyle oynamakta, öyle kaptırmış ki, arada halâ ufak bedeni gümmm! diye “abla”nın bölünmüş uykusuyla ne yapacağını düşündüğü odanın duvarına bindirmekte… Saat 6:25! Kedi saati!

Bir sonraki duygu, ÖFKE! Be hayvan, evvelki günkü gibi bir parça ambalaj köpüğü, kuru yaprak… getirsen sessizce –sessiz?- oynasan, oynamasan sabahı beklesen olmuyor mu? Son duygu/tepki gülünesi durumu ayırt etmeksizin SALDIRGANLIK!

Uykusu iyice seyrelen “abla” bir süre pencerenin kıyısından Çomar’ın 2001 Uzay Macerası’ndaki mağara adamı gibi havaya fırlattığı kemiğin aksine yine kemik olarak düştüğü neşeli oyunu izler, yüzünü yıkar, bilgisayarı başına geçer; bir arkadaşının yolladığı portalden E. Karaindrou’nun, filmden çok sevdiği Sonsuzluk ve Bir Gün’ün müziği, saate, kırılmış uykuya çok uygun… Yüreğinde korku, öfke, saldırganlık yatışmış da olsa; aklında …öte yandan…28’e gelen, …isminizi ne zaman görsem sinirlisinabla diye okuyorum deyip gerçekten sinirli olup olmadığını soran bir yorum…

Sinirlilik “abla”ya göre sondan başa giderken SALDIRGANLIK ile ÖFKE arası bir yerde barınır, oradan yayılır, KORKU ile tetiklenir. Bu süreçte sade sakin yaşamında gözleyip/izleyip fark ettiği en az iki duraklama, çok değerli seçim yapma anı vardır: KORKUya kapılmayı reddedersem diye düşünür, ÖFKElenmeme gerek kalmaz, gâfil avlanıp bu seçim anını kaçırır da öfkenin baldan tatlı çekimine kapılırsam, ne yapıp edip orada kalmalıyım der, bilir ki zamanında bir şeyleri sağa sola fırlatarak sergilediği SALDIRGANLIK hepsinden çooook daha yıkıcı!…

Şimdilerde değilse de eskiden sinirli bir kadın olan “abla” neden sinirli/öfkeliydi?

İstediği kadar iyi bir anne değildir; Mükemmel bir kadın olan annesine bakan “abla” yarısı kadar bile olamayacağına karar verir, kızının da “abla”sı olmakla yetinir. Yetersizlik kaygısından gelen bu tavır kızının, anne seni bazen çok seviyorum, bazen de nefret ediyorum! diye ifade ettiği bir karmaşaya neden olur.

Hayâl ettiği kadar iyi bir grafiker değildir; İyi bir tasarımcıdır ama ondan daha üstün örgütleyicidir. Eşelendiğinde altından yine yetersizlik ve bağlı olarak onay arayışı çıkacak olan bu durumda o, köşesinde boyalara bulaşıp kessin, yapıştırsın… ister. Patronları ise iş arkadaşlarıyla başarılı ilişkisine bakıp onu istediği yerde değil kendi istedikleri konumda çalıştırırlar, kendi sorumluluklarını da üzerine yıkarak...

İhtiyacı olan, hak ettiğini düşündüğü parayı kazanamaz; Sektörün neredeyse karakteristiği fazla mesaili çalışma düzeni mantığına uymaz, direnir, direnişini yayar, örgütler… Bir patronuyla beğenmediği zam oranı ile ilgili konuştuğunda liyâkata bakıldığı... cevabı almışlığı vardır. Bu durum, “abla”nın en derinde kendini değersiz hissetmesinden kaynaklanıyor olabilir. İçinden bir ses bir insan olarak, yaşayabileceğin para için kendini bu kadar paralamamalısın! der ama bir başka yol önermez; Basiret Hanım’la henüz tanışmamış “abla” bunun ne anlama geldiğini çözemez.

Yaşama alanının daralmakta olmasına katlanamaz; İşe giderken olabildiğince arka, trafiği az, park, bahçe sokaklardan yürüyen “abla”, bahçelerin yerini otoparkların, ufak arabaların yerini -Bizans temelli kentte sıkışık trafiğin nedeni uçan dairelermiş gibi kornalarına dayanan- jeep’lerin almasına büyük tepki duyar. Akmerkez önünde bir galeride sergilenen hummer’a hayran hayran bakan bir oğlanı ne iğrenç! AIDS’li tabutu gibi… diyerek haşlar, yetmez, bir dönem içinden geçtiği otoparklardaki jeep’lere, işyerinde bastığı Seni sevmiyorum! Yaşama alanımı daraltıyorsun! yazılı sticker’lar yapıştırır.

Gürültü herkesi olduğu gibi “abla”yı da sinirlendirir; Bir tek Mecidiyeköy’de, üzerinden Çevre Yolu geçen Likör Fabrikası Durağı’nda huzur duyar, burası İstanbul’da bilmem kaç desibelle en gürültülü yerdir; söz konusu huzur, felâket anlarında duyulan yapılacak hiçbir şey yok! teslimiyetinden gelen deriiiiiiiin huzur duygusudur!

Zaman yetmez; İyi filmleri, klâsikleri izlemeyi seven “abla” geç saatteki İki Film Birden Kuşağı’nı izlemek ister; gündelik koşuşturmadan öyle yorgundur ki kanepede uyuyakalmamak için salonun ortasına dikilir, filmin sonunu ancak öylece getirebilir, üstelik okumak istediği kitaplar da vardır.

İç dürtülerini bastırır; Yaşadığı hayal kırıklıkları yüzünden olsa gerek ikili ilişkilerin yan etkilerini göğüslemekte zorlanır. "Abla" çapkın görünmesine karşın çooooook mazbut bir hayat sürer ama aşağıyla bağlantısını kesmekle öğündüğü cinsellik talep eden kırmızı ışık beyninde yanar söner, yanar söner… veeee tüm bastırılmışlıklarda olduğu gibi öfke üretir.

Verdiği hiçbir oy yerini bulmaz; insanlar nasıl bu kadar aymaz olabiliyorlar? gerçek çıkarlarının neden farkında değiller? niçin hep olmaması gerekenler oluyor?... der durur. Her şey ne kadar yanlıştır; savaşların kötü olduğunu, acı getirdiğini bile bile neden halâ savaşıyorlar? Neden silah, sigara üretiyorlar? Üç yaşındaki küçücük kızını bağrına sevgiyle basan baba nasıl oluyor da internette kirli kız çocuk küloduna bilmemne kadar dolar ödeyebiliyor? Aklının almadığı çok şey vardır, sorar, okur, anla(ma)dıkça öfkelenir, bir şeyler yanlıştır, belki “abla” yanlıştır…

Belki “abla” yanlıştır: Kendisini eksik, yetersiz, değersiz hissetme, yanlış anlaşılma, aptal yerine konma, kullanılma, yapmak zorunda kalma… korkularından kaynaklanan kendisini zinde tuttuğunu düşündüğü, sandığı öfkesinin hırpalayıcı, yıkıcı etkisini fark edip öfkeden kurtulma kararı almasıyla sakin sade bir yaşam seçmesi neredeyse eşzamanlıdır. Şehrin hızlı yaşamı, elementi civa olan bu Merkür kadınının kendisinin de katkıda bulunduğu yaşam yarışında korkunun öfkeye, öfkenin saldırganlığa yol açtığını keşfedebilmesine izin vermez.

Öte yandan, saman alevi sınıfından öfkesi ile “abla” hiç de kindar bir kadın değildir. Kardeşlerinin sıklıkla önerdikleri biçimde sana yapılanları unutmasan…. yollu, az dozda kinci olmak bile ona göre değildir, unutur! Kendine karşı kıyıcıdır, karşıdan geleni affeder. Kusurları parlayıp sönen öfkesinden kaynaklanır. Yılın sekiz ayı denizde, kalan dört ayı ise orta kulak iltihabıyla geçen çocukluğundan kalma işitme kaybına Merkür hızı/huyu zaman arızası eklenince ortaya dinlemeye/duymaya sabrı olmayan biri çıkar; ne olduğunu duyup dinlemeden, kendine anlama fırsatı tanımadan bir elinde katran dolu kova, diğerinde tüy dolu torba dolanır. Yargılamadan infaz ne kelime, dinlemez bile… Keskin sirkenin zararının küpüne olduğunu bile bile öfkeyle kalkıp zararla oturur! Bir değil, bir çok kez!

Bir değil, bir çok kez! Bu yüzden öfkeden kurtulma kararı almıştır “abla” çalışmalarını gayretle sürdürür, henüz çalışmadığı yerlerden sorular gelip Yeşilçam melodramlarına özgü, bir sözü, öyküyü, durumu… yanlış yorumlamasının yol açtığı ve artık ne yapması gerektiğini bilemediği, ileri gidemediği, geri dönemediği yanılmalar/yanlış anlamalar olmasa her şey yolunda sayılır.

Yorum Gönder

0 Yorumlar