NİÇİN HAYIR DEME-ME-LİYİZ ! - Bir milyon kalem

Bir milyon kalem

Blog yazarları topluluğu

24 Temmuz 2010 Cumartesi

NİÇİN HAYIR DEME-ME-LİYİZ !

HASAN CEMAL İN 22 VE 23 TEMMUZ YAZILARINI ALT ALTA KOPYALA/YAPIŞTIR YAPTIM.benim söyleyeceklerimin hepsini söylemiş,o yüzden benim kafa yormama gerek kalmadı.her iki günkü yazılarının altına imza koyarak sizlerle paylaştım.
12 Eylül’de evet mi, hayır mı? Kafanız mı karışık?..
Olabilir.
Ak Parti’yi sevmeyebilirsiniz.
Temsil ettiği muhafazakar anlayış ya da sahip çıktığı hayat tarzı size yakın veya sıcak gelmeyebilir.
Tayyip Erdoğan‘ın siyaset üslubu sizin için belki de iticidir.
Demokratikleşme alanında, Avrupa Birliği konusunda Başbakan Erdoğan’ın çoktandır ipe un serdiğini düşünebilirsiniz.
Özellikle Kürt sorunu ile, Ermeni meselesi ile ilgili olarak son zamanlarda geri vitese takarak milliyetçilik bayrağını fazla sallamaya başladığı noktasına gelmiş olabilirsiniz.
Tayyip Erdoğan’ın bazı PKK’lı cenazelerine reva görülen tüyler ürpertici muamele konusundaki hiç de hoş olmayan tavrı sizde de haklı tepkiler uyandırmıştır.
Veyahut Ak Parti hükümetinin yüzde 10 seçim barajını indirmekten kaçınması demokrasi anlayışınıza ters düşebilir.
Erdoğan hükümetinin YÖK’le ilgili tutumu size olumsuz gelebilir.
Ya da Ak Parti’ye muhalefet sizin siyasete bakışınızın özünü oluşturuyor olabilir.
Hepsi mümkün.
12 Eylül’de halkoyuna sunulacak anayasa paketi belki sizin için de yetersizdir. Demokrasi ve hukukun üstünlüğü açısından hükümetin paketi son derece eksik olabilir.
Alt alta sıralayabilirsiniz, şu neden yok, bu niye yok diye.
Ben de size hak veriyorum bu konuda.
Benim de bir anayasa değişikliğinde -veya yeni bir anayasada- o kadar çok şey var ki görmek istediğim...
Kürt sorununu daha kolay çözüm rayına oturtmak için, bazı kurumsal değişikliklerle asker sorununu çözmek için, yani bu ülkede demokrasi ve hukuk çıtasını birinci sınıf demokrasilerin düzeyine çekmek için benim de o kadar çok anayasal talebim var ki...
12 Eylül’de evet-hayır referandumuna sunulacak 26 maddelik bu anayasa paketi benim beklentilerimi de karşılamıyor.
Daha fazlasını istiyorum.
12 Eylül gibi korkunç bir askeri darbenin tüm izlerini silen bir anayasa taraftarıyım.
Otuz yıldır savunuyorum bunu.
Yargıyı hukukun içine, askeri siyasetin dışına çekecek, eski deyişle dört başı mamur bir anayasa benim de siyasal ideallerim arasındadır.
Ama olmuyor işte.
Dört dörtlük demokrasi ve hukuk devleti ya da siyasette iyiye, güzele doğru değişim zaman, sabır ve kararlılık gerektiriyor.
Bu da her zaman olamıyor.
Onun içindir ki ben 26 maddelik anayasa paketine dudak bükenlerden değilim.
12 Eylül Darbesi’nin ürünü bir anayasada öngörülen bu değişikliklerin -yetersiz de olsalar- demokrasi ve hukukun üstünlüğü yolunda atılmış olumlu adımlar olduğunu düşünüyorum.
Bu sayede, 12 Eylül askeri yönetiminin Türkiye’ye 30 yıl önce giydirdiği deli gömleğinin iyiden iyiye yırtılacağını görüyorum.
Eğer demokrasi diye bir derdimiz varsa, eğer hukuk devleti diye bir derdimiz varsa, eğer özgürlükler diye bir derdimiz varsa, o zaman elimizdeki 26 maddelik anayasa paketi bu dertleri mutlaka hafifletecek büyük bir fırsattır.
Evet, benim gönlüm de sizin gibi daha fazlasını istiyor.
Ama aynı zamanda Cemal Süreyya’nın o güzel benzetmesi aklıma takılıyor. “Arı su içeceğim diye susuzluktan ölünmez” dermiş büyük şair...(*)
Uzun lafın kısası:
Erdoğan hukümetine muhalefet, bu hükümetin demokratik bir adımının gözardı edilmesine neden olmasın.
Ben böyle düşünüyorum.
Yanlışlara karşı çıkmanın, doğruları desteklemenin daha isabetli bir tutum olduğu kanısındayım. Körü körüne değil yapıcı muhalefetten yanayım.
12 Eylül deyince aklıma önce Diyarbakır ve Mamak askeri cezaevleri gelir. Bir de idam sehpaları takılır aklıma.
Diyarbakır ve Mamak’ın 1980’lerin ilk yarısındaki insanlık dışı koşulları, oralarda yapılan işkenceleri hissetmeye çalışırım.
Ve Felat Beyi hatırlarım.
Bir Diyarbakır gecesinde, “Genç olsam dağa çıkardım” diye yaşadığı büyük acıları bana anlatan rahmetli Felat Cemiloğlu’nu...
1980’in Kasım ayında, Mamak’ta dövülerek öldürülen İlhan Erdost’un ailesinin o geceki perişan hali, kucağında iki küçük çocuğuyla bir köşede sessizce ağlayan genç eşi gözümün önünde canlanır.
Uğur Mumcu, İlhan Erdost için yazdığı ama artık ertesi günü yayınlanamayacak olan makalesini eşine vermişti. Rahmetli Uğur’un yazısı çıkamayacaktı, çünkü askeri yönetim ölüm olayını haberleştirip birinci sayfaya koyabilen tek gazeteyi, Cumhuriyet’i kapatmıştı.
12 Eylül’ün idamları deyince aklıma elbette Erdal Eren gelir. Askeri yönetim tarafından bir hukuk skandalı sayılabilecek bir dosyayla, üstelik kemik yaşı büyütülerek 17 yaşında ipe çekilen genç insanı anımsarım.
Ve darbe lideri Orgeneral Kenan Evren’in televizyondan dinlediğim o tüyler ürpertici sözleri kulağımdan hiç gitmez:
“Şimdi ben bunu yakaladıktan sonra mahkemeye vereceğim ve ondan sonra da idam etmeyeceğim, ömür boyu ona bakacağım. Bu vatan için kanını akıtan, bu Mehmetçiklere silah çeken o haini ben senelerce besleyeceğim.”
12 Eylül deyince yalnız Diyarbakır ve Mamak askeri cezaevleri, işkenceler, idamlar gelmiyor aklıma.
Aynı zamanda askeri yönetimin demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan hakları ve özgürlükleri hiçe sayan siyasal bir rejimi Türkiye’nin sırtına bir deli gömleği gibi nasıl zorla geçirdiğini de biliyorum.
Bütün bunların Kürt sorununu nasıl içinden çıkılmaz hale getirdiğini, PKK’yı doğurup Güneydoğu’da yangını nasıl korkunç şekilde parlattığını da biliyorum.
Bu toprakların insanlarını daha iyi yaşatmak için kalkınmaya seferber edilecek kaynakların nasıl savaşa yatırıldığını, bundan kaynaklanan ekonomik ve siyasal istikrarsızlığın bu ülkenin ileriye gitmesini nasıl engellediğini de çok iyi biliyorum.
Kısacası:
12 Eylül, son otuz yılda yaşanan birçok kötülüğün anasıdır. Ekonomide ve siyasette yıllar boyu yaşadığımız birçok büyük sorunun, çalkantının temel nedenidir.
Ve Türkiye ne yazık ki 12 Eylül askeri yönetimiyle bugüne kadar hesaplaşmamıştır. Sırtına silah zoruyla giydirilmiş olan ve gelişmesini bunca yıldır tökezlemiş olan deli gömleğini bir bütün olarak sırtından sıyırıp atamamıştır.
Siyaset yelpazesindeki partiler bugüne kadar hep birlikte oturup dört dörtlük bir demokratik anayasal çerçeveyi kurmayı başaramamışlardır.
Biliyorum, söz yine uzadı.
Ayrıca, yıllardır yazılıp çizilen konular...
Ama Türkiye hâlâ ‘korkuları’ndan tam kurtulabilmiş değil. Hâlâ seçim sandığına, hâlâ halkına ve onun oyuna güvenemiyor.
Ve hâlâ tüm farklılıklarıyla, renkleriyle barış ve huzur içinde yaşayabilecek bir demokratik hukuk devleti çatısını kuramadı Türkiye...
Bir gerçek çok yalın:
Siyaseten hâlâ olgunlaşabilmiş değiliz.
Uzun lafın kısası:
Ben önümüzdeki 12 Eylül’de halkoyuna sunulacak 26 maddelik anayasa değişikliği paketini Türkiye’nin siyaseten olgunlaşması yolunda yeni bir adım, yeni bir fırsat olarak görüyorum.
Biliyorum, 12 Eylül Anayasası ilk kez değiştirilmiyor.
Biliyorum, eksiği gediği çok bu paketin.
Biliyorum, hayır için bahane üretmek de güç değil.
Her şey bir yana.
Bir nokta yine vurgulanabilir:
Hükümete bir çok bakımdan muhalif olabilirsiniz. Ancak, dünkü yazımda da belirttiğim gibi, hükümetin ‘yanlışları’na karşı çıkmak, ‘doğruları’na ille de sırtınızı dönmeyi gerektirmiyor.
Siyah beyaz muhalefet anlayışından bu ülke çok çekti. İktidar oyununda yapıcı olmak herkesin yararına diye düşünüyorum.
Galiba Anayasa Mahkemesi bile sonunda bu noktayı fark etmeye başladı.

3 yorum:

  1. hükümetin ‘yanlışları’na karşı çıkmak, ‘doğruları’na ille de sırtınızı dönmeyi gerektirmiyor. bu hepimizin düsturu olmalı. her konuda. hükümet ya da başka bir insan olsun muhatabımız....

    YanıtlaSil
  2. uzlaşıdan uzak,çıkarcı ve partizanca bir yaklaşım ile ben yaptım oldu çoğunluğuna dayanan bir anayasa değişikliği,ülkeyi bölünme noktasına taşıdığı görülmektedir.
    insan hakları ve demokrasi diye yola çıkan ancak mecliste bir tek çoğunluğun(onca şaibelere rağmen)emrivaki davranışı inandırıcı gelmediği gibi ne kadar demokratiktir?
    gerçekçi olalım,kimse kendini kandırmasın.

    YanıtlaSil
  3. Ülkeyi bölünme noktasına getirdiği iddia edilen (veya bazı kişilerce "getiren")"partizanca ve çıkarcı" yaklaşım, objektif düşünmekten yoksun tamamıyla iktidar karşıtı bir politikanın "Ata'mın kurduğu partinin mensupları en doğrusunu bilirler" düşüncesine sahip insanların beyinlerinde oluşturduğu bir halüsinasyondur. Zaten kişisel çıkarları olan bir kişi parti kurmaya bile tenezzül etmez, kursa bile iktidara geçme çabası vermezdi.

    Şimdiye kadar bu ülkenin başına ne "gelemediyse" askerden korkan ülke başkanları yüzündendir. Eğer gelişmiş ülkelere dikkat ederseniz siyasetin her zaman askeriyenin üstünde olduğunu görürsünüz. Getirilmesi gereken Anayasa Değişim Paketi de Türkiye'de siyasetin üstünlüğünü geri getirecek şeydir.

    YanıtlaSil

Lütfen düşüncelerinizle katkıda bulunun.

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Sayfalar