Banner

Keşke yanlış olsa!

Aşk acıdır. Aşkı tatmanızla birlikte zorlu bir yolculuğa çıkmaya başlarsınız. Bunu eski Türk filmleri “acımasızca” işlerdi. Öyle ki, sevdiği genç kıza olan aşkı ortaya çıktığı andan itibaren, “zalim” kız babası veya ağabeyi de gündeme girerdi.

Bu öyle bir zalimlik ki, insan olan hiç kimsenin yapmayacağı/yapamayacağı zulümleri, tek suçu sevmek olan gence reva görürlerdi…

Farklı filmlerde vardı elbet…

Ortada hiçbir sorun yok. İki genç birbirini ölesiye seviyor. Ne karışan var, ne de engel olmaya çalışan. Zulüm yok, çile yok, acı yok…

Bir şeyler eksik yani…

Yavan bir aşk filmi gibi beyaz perdeye bakıp duruyorsunuz ama yönetmen illa bir hinlik yapacak…

Filmden tam bıktığınız anda başınızdan kaynar sular dökülür…

İki âşık, nikâh masasına oturur…

Gerçekte “itirazı olan var mı?” diye sorulmadığı halde, nedense Türk filmlerinde hep o bildik sahne tekrarlanır. Nikah Memuru, “Belediye Başkanının bana verdiği yetkiye dayanarak..” demeden hemen önce “bu iki gencin evlenmesine itiraz eden var mı?” diye bir cümle sarf eder ve bekler…

Uzun bir bekleyiştir…

Yönetmenin becerisine göre insanın yüreğini güm güm attıran müzikle de heyecan bir kat daha artar.

Sonra içeriye “yaşlı” birisi girer:

-Durun! diye ortalığı inleten, tok bir sesle bağırır…

Gelin, damat, nikâh memuru, şahitler ve davetlilerin yüzü kapıya döner…

Kameraman bütün yüzleri mimikleriyle birlikte beyaz perdeye yansıtır…

“Durun!” sesinden sonra uzun bir bekleyiş daha seyirciye reva görülür…

Çileyi seyirci mi çekiyor, âşıklar mı doğrusu ayrıt etmekte zorlanırsınız…

Ve meçhul konuk devam eder:

-Siz evlenemezsiniz, çünkü kardeşsiniz…

Herkesin yüzünde çok daha farklı bir anlam…

“Aaaaa!” sesleri ortalığı inletirken, yakın planda kişilerin yüzündeki derin anlam da seyirciye ulaştırılır…

Meçhul konuk devam eder…

Ya genç kız, ya genç erkek bir zamanlar cami avlusuna bırakılmıştır…

Ya da kendisi annesiyle birlikte olmuştur, ya annesi kendisiyle…

Belki de erkek karakterin babası onunla gönül eğlendirmiştir…

Kısaca tutar dalı olmayan Aşk-ı Memnu dizisini andırır, kimin eli kimin cebinde belli olmayan ve çok da anlaşılmayan ilişkiler yumağı bir bir ortaya dökülür…

O arada (eğer yaşıyorsa) ilişki yaşamış olan anne ve baba kahrından ölecek hale gelir…

Bazı filmlerde sessizce dışarıya çıkıp intihar yolunu seçer…

İki âşık ise aslında kardeş olduğunu öğrendikleri andan itibaren yıkılmış, bıçak vursan kan çıkmayacak hale gelmişlerdir…

Çünkü nikâh öncesi birlikte olmuşlardır…

Seyirci çıldırır tabii…

Yönetmenin hiçbir şeyi kalmaz…

Böyle de film mi olur?

Bağlayacak başka konu mu bulamadınız, gibi…

Yazık hem…

İki genç birbirini delicesine sevmiş, hiçbir çıkarları olmadan yüreklerini bir birlerine armağan etmişlerdir. Bu kardeşlik de nereden çıktı?

Hem insanlığa sığmazdı, hem günahtı, hem ayıptı, hem de hiç tutar dalı yoktu…

“Keşke yanlış olsa” diye seyirciler içlerinden duaya başlarlar; “keşke yanlış olsa…”

Bu dua o kadar etkilidir ki, uzun bir bekleyiş ve sessizlikten sonra gerçeğe dönüşür…

İkinci meçhul konuk içeriye girmez, zaten oradadır ve ayağa kalkar. İtiraf etmenin zamanı gelmiştir.

“Hayır!” diye haykırır, ilk konuğun aksine…

Yine bütün yüzlerde şaşkınlık ve bütün başlar konuğa dönüktür…

Yerine çivi gibi çakılan gelin ve damat adayı da yüzünü sesin geldiği yöne çevirir.

Her ikisi için de artık yaşamanın bir anlamı kalmamıştır…

Ama “hayır” diye de bir ses vardır…

Ve ikinci meçhul konuk devam eder; “Siz kardeş değilsiniz!”

İşte bu…

Tüm seyircinin, gelin ve damattan önce beklediği cevap bu; “Siz kardeş değilsiniz”

Herkes derin bir nefes alır ama nasıl kardeş değiller, birinci meçhul konuk yalan mı söyledi…

Hayır yalan söylememiş, onun atladığı bir ayrıntıda, ikinci meçhul konuğun yine acayip ilişkiler içerisinde bulunduğunu öğreniyorsunuz…

Meğer gelin kızımız bu ikinci meçhul konuğunmuş, bir gece yatak odasına kadar gelen genç ve yakışıklı kişinin cazibesine kapılmış…

Yaptığı ayıp ama o anda herkes “iyi ki yaptın bacım!” diyecek kadar da hoşgörülü…

Çünkü bir aşk kurtuldu…

***

Her şey Türk filmleri gibi değil elbet…

Ahlaki yozlaşmanın ne hale geldiğini öğrenmek için sağınıza solunuza dikkatli bakmanız yeterli…

Dün Adıyaman’da bir genç kız intihara kalkıştı…

İntihar sebebi töre falan değildi, hemen “cehaleti” gündeme getirecekler öte dursun…

Genç kıza, erkek kardeşi tecavüz etmiş…

Üstelik de bu tecavüzden hamile kalmış…

Çocuğu aldırmış…

Alkolün de etkisiyle intihara kalkışmış…

“Keşke sonu Türk filmlerindeki o özlemle beklediğimiz sahne gibi olsa” diye binlerce kez dua ettim ama maalesef…

O meçhul konuk bir türlü gelmedi…

Ahlaki yozlaşmamız, cinsel özgürlük adında işlenen melanetlerin sonu “iyi-kötü” ayrımını, “helal-haram” veya “olur-olmaz” gibi kavramları da bir kenara bırakmış sanki…

Bu asla cinsel özgürlük değil, bu bir sapıklıktır ve bunun savunulacak hiçbir yönü yoktur…

Toplumda az mı, maalesef ahlaki yozlaşma tavan yapmış durumda, sadece ortaya dökülen kirli çamaşırlar bu kadar…

Şimdi siz de benim gibi “keşke yalan olsa” diyorsunuzdur umarım, keşke…

Naif Karabatak
22 Temmuz 2010

Yorum Gönder

0 Yorumlar