Aradan dört gün geçmesine rağmen anca bu konu hakkında bir şeyler yazabiliyorum. Pazartesi bütün gün dinlendiğim için, Salı da aniden böyle bir havada grip olduğum için yazı bugüne sarktı. Şansım bu aralar kötü gidiyor gibi.
Daha önce şu yazımda etkinlikten biraz bahsetmiştim. Yaşandı, geçti ve bana da anlatması kaldı. Başlıyoruz:
Öncelikle rekoru kıramadık. 923 kişi eksik olduğumuz için. Ama bazı olaylar filan oldu, onlardan da bahsetmek istiyorum. Ve, niye gelmediniz lan? Sizin yüzünüzden kıramadık işte. O kadar çağrı yaptım halbuki. Hep sizin yüzünüzden oldu :)
Cumartesi günü Terazidere'de toplantıya katıldık. İşte neler olacağı, hangi tribünde olacağımız filan konuşuldu. Terazidere öyle bir spor kompleksini hak etmiyor. Bunu demem lazımdı. Çok pis kıskandım, içimde kaldı. Bayrampaşa Belediyesi çok iyi bir iş çıkarmış ve sanayi bölgesinin yanına kondurmuş spor evini. İçerisi filan süper! Yoga, aerobik, sauna, fitness, spor salonu ve aklınıza daha ne gelirse var. Fiyatları da çok uygun. Gitsem mi diye düşündüm hatta.
Bize Pazar sabah 7 de stadın önünde olun dediler. Onlar bunu dedikleri sırada ben küçük çapta bir kalp krizi geçirmekle meşguldum. Normal günlerde bile 12'den önce kalkmayı sevmeyen mayışık ben, eve geldiğim sırada telefonumun alarmını tıpış tıpış, seve seve altıya kurdum. Saat çaldığında inanılmaz bir yorgunluk üzerime çökmüştü. O şekilde bile olayı Uzakdoğu'ya bağlamak için ağzımdan sanki üstümde bir çift sumo güreşçisi var cümlesi çıktı. Yataktan nasıl kalkıyorum ama. Ağır, ağır, ağır çekim modunda böyle. Deprem olsa o sırada, bana mı oldu lan deyip yatmaya devam ederdim.
Zar zor kalkan ben üstümü başımı giydikten sonra vurdum kendimi yollara. En erken Mecidiyeköy otobüse 6:15'teydi. Bizim durağa 6:30'da gelirdi. Ben kısa günün karı diyerek en azından bugün Pazar, sabahında KÖRÜ, otobüs boş olur, oturup mışıl mışıl uyurum düşüncesiyle durağa vardım. Tabi otobüsü gördüğüm an çok pis göte geldim: Otobüs ağzına kadar dolu! Küfür ede ede, kendime küçücük bir yer bulabildim. Doğal olarak ağır bir ter kokusu, yüzüne bile bakılmamış deodarantların intikamı gibi durumlar gırla. Bu kadar insan bok mu varda Pazar günü bir yere gidiyor diye düşünertek başladık tırın mırın yolculuğa. Otobüs bir de eski. Kırmızı körüklülerden. Motor sanki tecavüze uğruyor, bütün hıncıyla bağırıyor. Bir de kavga çıkmaz mı? Afyonu patlamamış bir teyze adamı tekine "Ne bakıyorsun durup durup? Bok mu var?" dedi. Evet, resmen bok kelimesini kullandı teyzem. Adam altta kalırdı: "Git işine be kadın! Sabah sabah uğraştırma beni" dedi. Mizansen süper yalnız. Sahnede iki oyuncu, biz de seyirciyiz. Otobüs adamın ineceği durağa geldi. Adam götüyle kendine yer açıp inmeye çalışıyor. Bu sırada kadının yanından geçerken, kadın adamı itti :) Sonra ikisi yine söylendi ve adam yoluna gitti. Çok değişik bir milletiz valla!
Mecidiyeköy'e sağ salim vardık ve ben arkadaşlarımla buluşmak için stada doğru yol almaya başladım. Bizim grup 7 kişiydi. Stada vardığımda ise sadece 2 kişiyi gördüm: Uğur ve Serdar! Diğerleri daha gelmemişti. Yan tarafta derneğin getirttiği sandviçler ve meyve suları vardı. Onlardan kahvaltımsı yaptım. Tişörtler geldi. Fellik fellik M beden aradım. Sarı bir şey böyle. Üstünde etkinliğin ve derneğin adı yazıyor. Fotoğrafını çekemedim idare edin işte. Ama görseniz severdiniz.
Şu A'nın oradaydım ben. Umrunuzda da sanki, söylüyorum bir de.
Ve, ve, ve stada girdik! Galatasaraylı olmama rağmen hep derim. Ali Sami Yen'in için mahzen gibi. İçeri girdiğimizde kenardan köşeden mahkum çıkacak gibi hissettim. Karanlık, boğucu. Tabi durum koltuklara doğru yol olunca değişiyor.
Biz kapalı tribünde görevlik olacaktık. Bir kız, bir erkek 100 kişiden sorumlu oluyoruz. Önce girişte bilet kesilecek ve noter de sayacıyla o biletleti sayacak. Rekor denemesi yapıyoruz sonuçta boru mu? Bu arada deneme için İngiltere'den gelen görevli Omar bilmem ne 3000 sterlin istemiş. Bir de 5 yıldızlı otelde konaklama. Yuh ebenin nalı! Altı üstü oldu-olmadı diyeceksin. Gençler kalkın! Guinnes'e çalışmaya gidiyoruz. Ekmek elden, su gölden.
Veletler gelmeye başladı. En büyük korkumuz yaramaz ilkokul çocuklarının gelmesiydi. Abi çişim geldi, abi neden bu kitap (Şahsen ben de hala kendi kendime soruyorum. Neden "o" kitap? - Kitaptan bahsedeceğim), abi zart, abi zort gibi sorularla beynimi sikmeleri olağan bir durumdu. Sıra bana geldiğinde Avea'yı kıskandıracak bir şekilde "Oh Bee!" dedim. Lise gençleri karşımda duruyordu. Aldım onları, çıktık kapalıya, oturduk bir güzel ve başladık sohbete :) Kafa dengi gençlere rastladım. 3 kız, 3 erkek sohbet ediyoruz. Oğuzkaan Koleji'nden gelmişler. Hangi mesleği seçeceksin, hangi üniversite, dersler, hayat nasıl diye konuşurken yan tarafta oturan hocaları çağırdı. Burası şaka gibi. Hocanın yanına gittim. "Neden sadece buradasın" dedi. Ben de "Hocam herkesin bir grubu var. Sizin okulunda görevlisi benim" dedim. Bana "Çocuklarla konuşmazsan sevinirim" demez mi? Sakallarımdan korktu sanırım. Yiyeceğim çocukları ya. Ya da kötü emellerime alet edeceğim. Ben de "Olur" dedim gülerek ve çocuklarla konuşmaya devam ettim. Bir yandan da hocaya pis pis "öl" bakışı fırlatıyorum. Onlara bunu dediğimde "O zaten hep böyle. Gıcığın teki. Siktir et" dediler. Siktir edildin hoca. Üzgünüm.
Çocukların ellerinde biraz adet poşet var. Poşetin içinde kek, meyve suyu, okunacak olan kitap ve su var. Kitabımız Mümin Sekman'ın zamanında bizim okula da bedava dağıtılmış olan Her şey Seninle Başlar'ı. Neden başka bir kitap değil, hala merak ediyorum.
Yorulmuştum ama her şeye değmişti. Çok keyif almıştım. Biri numaramı ve mailimi istedi. Ben de verdim gitti. Üniversitelerle ilgili bir şeyler soracakmış. İşte böyle :) Daha sonra biraz dinlendik, soyunma odasına gidip üstümüzü değiştirdik. Orada Çılgın Sedat'ı boxerıyla gördüm. Yazının magazinsel boyutu da bu olsun. Eksik kalmasın ama di mi?
Daha sonra bizim kapalı tribünün sorumlusu Onur'la ufak bir durum değerlendirmesi yaptık. Teşekkür etti bize. İleride tekrar beraber etkinlikler yapmak istediğini söyledi filan.
Bir Pazar'ım işte böyle geçti. Arada farklı bir şeyler yapmak, bir halkanın parçası olmak hoş bir duygu. Yorgundum ama mutluydum. Eve gelirken düşündüğüm şeyler bunlardı. Ha bir de tişörtler biz de kaldı, hatıra diye saklayıp torunlarıma göstereceğim.
PmS: Mesaj da atıyor numaramı alan. İçtenlikle sorularına cevap veriyorum.
***
Lee değişik günlerinden birini daha
size aktarmış olmanın mutluluğunu yaşamakta.
size aktarmış olmanın mutluluğunu yaşamakta.
0 Yorumlar