Çalmayı İyi Bilenlere… - Bir milyon kalem

Bir milyon kalem

Blog yazarları topluluğu

9 Haziran 2010 Çarşamba

Çalmayı İyi Bilenlere…

Dün Sabah Gazetesi’nde yayınlanan ilginç bir anket çalışması vardı. “11.Global Yolsuzluk Anketi”nde Türkiye için ilginç veriler yer alıyordu. En önemlisi de, ülkemizdeki yöneticilerin -tamamına yakını denilebilecek kadar büyük bir oran olan- yüzde 88’lik kesimin “sorumluluk almaktan” çekindiklerinin belirtilmesiydi…

Sorumluluk alamayanlar, aynı zamanda yönetemezler de…

Ve yönetilmeyen kurumlar, yönetilemeyen kuruluşlar topluluğu haline gelen bir ülkenin zaten yönetildiği söylenemez.

Ernst & Young adlı şirketin hazırladığı anketin esas amacı dünyadaki bütün ülkelerin yolsuzluk karnelerini çıkarmaktı.

Yolsuzluğu, görev haline getiren yöneticilerin olduğu bir ülkede yaşamak ne garip…

***

Geçenlerde “yolsuzluğu ayyuka çıkmış” bir siyasinin başkanı olduğu kurumdaydım…

Hizmetlerini anlatıyordu, ballandıra ballandıra…

O kentte yaşayanlarsa hizmet olarak hiçbir şey görmemekten yakınıyordu…

O, hizmetlerini ballandırarak anlatırken, halk ise kardeşiyle birlikte kenti nasıl soyup soğana çevirdiklerinden bahsediyordu…

Doğru mudur değil midir bilemem.

İlginç olansa sohbetimizin tam ortasında “bana iki dakika müsaade” demesi oldu…

Makam odasının hemen yanında bulunan “dinlenme” bölümüne geçti…

Namaz vakti geçiyormuş, namazı kılacaktı…

Abdest aldı, namazını kıldı ve yanıma döndü.

Sohbetimize kaldığımız yerden devam ettik…

Namaz kılan, yani ibadet eden, yani inançlı birisinin “çalma” gibi bir eylemin içersinde bulunamayacağına inananlardandım…

Bu düşüncede olanların aynı zamanda “çaldırmayacağı”nı da bu yaşıma kadar bellemiştim…

Ya vatandaş yalan söylüyor, dedikodu ediyor, hatta iftira atıyordu…

Ya da kılınan namaz, sadece yüktü…

Belki de zaten adamına göre “göstermelik”ti…

Allah’ı (hâşâ) kandıramayanlar, kulu kandırmanın kolaycılığına kaçıyordu…

Sonra da yüzünü büründürdüğü manevi havayla “hesap zamanı”nı hiç aklından çıkarmadığından bahsediyordu…

İnançlı birisiydi…

Geçmişi temizdi…

Geleceği ümit vaat ediyordu…

Temiz bir aileden geliyordu…

Ama sinekten yağ çıkarırcasına da hak etmediği her şeyi cebine indirmeye çalışıyordu…

Vampir haline dönen kardeşi de “aklama” operasyonunu yapıyordu…

Sohbetimiz bitince çıktım, memleketime döndüm…

Üzüldüm tabii…

İftira atılıyorsa o yöneticiye yazıktı…

Gerçekler söyleniyorsa da koca bir kente…

**

Sonra Sabah Gazetesi’ndeki çalışmayı gördüm…

Tesadüfen mi denk getirdiler bilemem.

Dünya ortalamasının üzerinde bir yolsuzluk karnemizin olması hiç hayra alamet değil.

Çünkü yeri geldiğinde “yüzde 99’u Müslüman olan bir ülkede” yaşadığımızı gururla anlatıyoruz…

Müslümanların yolsuzluk yapamayacağını bile bile…

Herhangi bir dine mensup olanların “vicdani” yönü daha ağır bastığını bile bile…

Çünkü yolsuzluk, hırsızlık her dinde “günah” olduğu gibi, insani yönden de kabul edilebilir bir davranış şekli değildir.

Dürüst olmak, her insanın görevidir ama dürüst olmak inançlı insanların esas işidir.

Ahlaki değerlerimizi yitirmek üzereyiz…

Minareyi çalanın kılıfını uyduracağını kendimiz söylüyor ve hiçbir denetimde “yolsuzluk” bulunmayacağını da biliyoruz.

Hep iş yapmayanlarla çalıştığımızdan olsa gerek, “çalsın ama çalışsın” gibi kabullendiğimiz eylemleri de kendimiz dillendiriyoruz…

Oysa maaşını alıyor, itibarını alıyor, makamın ve mevkisinin bütün nimetlerinden faydalanıyor…

Milyonlarca insan asgari ücretle geçinirken, onlar yüksek maaşlar, her türlü imkânlarla donatılıyor…

Üstelik de göreve talip olduğunda veya görev verildiğinde bir anlaşma da yapılıyor; bu işi yapacaksın, bu maaşı alacaksın diye…

Bu şekilde kabul edip, göreve talip olunuyor…

Yine görev sadece kendisine veriliyor, eşi, kardeşi, babası, dayısı, amcasının hiçbir yaptırım gücü olmadığı halde iş bitirenler olarak yakınları görev alıyor…

Yönetmeyi değil ama çalmayı iyi bilenlerin olduğu bir ülkede yaşamak insanların psikolojisini de bozuyor.

Daha düne kadar hangi servete sahip olduğunu bilenler, bugün hesap edilemez servetin kendi ceplerinden çıktığının farkındalar…

Ve hiçbir vatandaş da hakkını helal ederek öte dünyaya göç etmez…

Öte dünyaya inananların bu yüzden çalması çok zor…

Nasıl hesap verilecek?

Yoksa dini inançları da göstermelik mi?

Naif Karabatak
9 Haziran 2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen düşüncelerinizle katkıda bulunun.

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Sayfalar