Banner

"Abla"nın reenkarnasyon konulu yazısı (yeniden): Öte yandan… 9-10


Bir gece önce zap'laya zıp'laya dolanırken, öfkeli bir gençle bir psikoloğun tartıştıkları, pek de bir yere varacakmış gibi görünmedikleri, reenkarnasyon konulu programa takılan "abla" reklam arasına dek zor dayandığı gerilim üzerine, konuyu işlediği Öte yandan… 9-10'un tozunu silkeleyip yeniden gündeme getirir:
'70'li yılların ortasında, taşrada büyümenin sıkıntısını aşmaya çalışarak yüksek okulda okumaktayken, "abla" bir film görür; Peter Proud Kaç Kere Yaşadı? Çok etkilenir, sorar "abla" kaç kere yaşadı?" Yakın çevresinin bile mesafeli yaklaştığı bu konudaki katı tavrı yorumlamakta zorlanan "abla", konuyla ilgili ne bulursa okur, ve sonuçta daha önce bir çok kez yaşamış olması gerektiğine hükmeder.
Bayram ziyaretlerinden birinde, ortanca kızkardeşi ve aile büyüklerinden bir kaçı, reenkarnasyon konusundaki sorusunu, "öldükten sonra yeniden doğma diye bir şey yok, ölünce herşey bitecek, hepsi bu!" diyerek net bir biçimde yanıtlarlarsa da, "abla" reenkarnasyona inanır: Ona göre insan ruhu, tek kullanımlık olamayacak kadar değerlidir!
Dünyaya öğrenmek üzere geldiğini bilen "abla"nın gözlediği kadarıyla, herkes aynı amaçla gelmiştir: Şöyle ya da böyle, şunu ya da bunu bilmeye çalışırlar; kişinin ilgi/algı alanı onu kendi bilgisini aramaya yöneltir ve ünlülerin yaşamı bilgisi magazin dahil, herkes kendi boşluğunu, kendini doyuracak biçimde doldurmaya çalışır.
İnsan geleceğini de bilmek ister; "geçmişini bilen insanın -teknik olarak- geleceğini de biliyor olması gerekir" der "abla" ama, bu pratikte pek mümkün değildir, henüz...
Öte yandan, topu topu birkaç yüzyıllık geçmişi olmasına karşın modern, Batı Tıbbı ile, -onun- Alternatif Tıp saydığı binlerce yıllık Doğu Tıbbı'nın iki koldan çalışması, kısa insan ömrünü öğrenmeye/bilmeye yetecek kadar uzatamamakta! "Abla"ya göre, öğrenmek için, işte bu noktada, Dünyaya birden fazla geliş-gidiş-yeniden geliş yapmak gerekmekte... Kızkardeşi ve bir kaç aile büyüğü "...öldükten sonra yeniden doğma diye bir şey yok!" diyerek görüşlerini açık biçimde sergilemişlerse de, "abla"nın düşüncesi üzerine en ufak şüphe gölgesi düşmez!
Ruh ölümsüz ise, ölümden sonra "asıl abla" devam edecekse, "bundan önce de varolmalı değil midir?" diye sorar. Sağduyusu, Ben'im Varlığı Basiret Hanım'ın katkısı/yardımıyla pekiştirdiği bu düşüncesinin, "...münafıkların itirazları üzerine, defalarca ölüp toprağa karıştıktan sonra yeniden diriltilecekleri..." konusunun Kur'an'da birçok kez tekrarlandığını gören "abla", ardına aldığı bu çok güçlü, çok değerli desteğe pek sevinir!
Bir de din dersinde, "...Allah'a, peygamberine, kitabına, meleklerine, kadere, öldükten sonra doğmanın hak olduğuna... inanırım." anlamına gelen Arapça duayı, tüm sınıf bir ağızdan okuduklarını hatırlayan "abla" sorar; "bu duadan haberdar Müslüman kişi, reenkarnasyona inanmakta niye bunca zorlanır ki?"
O aralar, Diyanet İşleri'nin "organ bağışı caizdir!" yollu açıklama yapmasına karşın, çoğunluğu Müslüman Türk vatandaşı, organ bağışı konusunda da pek isteksizdir! İlk anda ilgisiz görünen bu konuda, "abla"nın kendine özgü bir açıklaması -tabii ki- vardır: "Reenkarnasyona inanmayan vatandaş," der, "öldükten sonra tek parça kalmak konusunda neden ille de ısrar eder?"
Yeniyetmeliğinde, Adana çevresinde bir köyde, 4-5 yaşlarındaki bir oğlan çocuğunun, yakınlardaki bir köydeki karısından ve çocuklarından sözetmesi, gidip onları bulmaları, -yörenin bu konuda çok bereketli olması bir yana- gündemi bir süre oyalarsa da, kalıcı bir fikir değişikliğine yol açmaz.

"Abla" benzer bir örnek yakın çevrede yakalar mıyım ki? diye gözlerini dört açar: Yakın arkadaşlarından birinin, eşinin migren ağrılarına bir çözüm olur belki... diye girdiği bir seansta, yarı hipnoz etkisi altında anlattıkları etkileyicidir: Adam, ölüm öncesi son gördüklerini anlatır, "...bir savaşın sona ermekte olduğu geniş platoya yer düzeyinden bakmaktadır, yanı başında sandaletli ayakları vardır ve başında dayanılmaz bir ağrı..."
Bir kaç kış önce, İstanbul'a bir gelişinde, kızının meditasyon grubuyla tanışmak, "ne yapıyorlar?" görmek için toplandıkları eve giden "abla", antrede botlarının bağını çözer, bir yandan da tanışma faslı sürerken kapı çalınır. İri yapılı, yaşça "abla"dan büyük, etkileyici hoş bir kadın gelir; dar bir sessizlik anında biri, yeni gelene "...seninle yarım bir işimiz var!" der. Cümle kulağına ulaştığında, "abla" bunun kendi sesi olduğunu farkeder; ilk kez gördüğü, yaşça kendinden büyük birine böyle bir hitap, kitabında yazmaz ama olan olmuştur ve grup -bereket versin!- bu konulara önyargısız yaklaşır, gülüşülür, konu kapanır. Daha sonra sözkonusu hanımın, ev sahibesine, "abla" hakkında "...o benim sevgilimdi!" dediğini öğrenirler.

"Abla" İstanbul'a her gidişinde bir fırsat yaratılır, bu iki kadın görüşür, bir arada olmaktan sevinç duyarlar. Basiret Hanım'ın, "abla"ya bu karşılaşmayı soğukkanlılıkla karşılamayı öğretmesi biraz zaman almıştır.

Yorum Gönder

0 Yorumlar