Banner

VEBA







Bir aile nasıl olur da çocuklarının ölümünü sükûnetle karşılar? İnsanlar eşlerinden aylarca uzakta kalmanın acısına nasıl katlanır ve ondan da ziyade nasıl “alışıldık” bir şey oluverir bu ayrılıklar? Ve belki en acısı: Günlük onlarca “ölüm” nasıl normalleşir, üstelik küçücük bir kasabada?!



Albert Camus’nün ünlü “Veba” isimli romanının, Can yayınları basımının arka kısmındaki, kitap ile ilgili kısa açıklamada verilmiş ilk paragraftaki hassas sorularımızın cevabı: “Felaketin yazgıya dönüşmesi!”. Kim bilir, belki de bu denli acıların ve bu denli olağandışı durumların “olağan” hale gelmesi bir tek bu felaketlerin yazgıya dönüşmesiyle, bir başka deyişle onlardan kaçış olmamasıyla mümkündür!



İlk kez 1947’de yayınlanan bu romanında Camus, Cezayir’in Oran şehrinde yaşanan veba salgınını ve çok daha önemlisi bu salgının beraberinde getirdiği anormallikleri ve bu anormalliklerin zamanla normalleşmesini incelemektedir. Yazar bu incelemelerini yaparken biz okurun dikkatlerini de son derece görünür olmasına rağmen gündelik hayatta ısrarla gözden kaçırdığımız(!) ayrıntılara çekmiştir. Ve kitabın sonunda ise yazar tabiri caizse “ateş düştüğü yeri yakar” misali bir final yapmıştır…



Anormallerin normalleşmesi meselesine 2. paragrafta değindik. Veba tüm şehri sarmıştır ve ölü sayısı her geçen gün artmaktadır. İnsanlar diğer insanların ölümlerine yavaş yavaş alışmaya başlamışken; sırada kendi yakınlarının ölümlerine alışmak vardır. Sayısal verilerden dolayı artık alışılageldik bir hal alan ölümler, şehirdeki inanılmaz derecedeki ümitsizlik ve telaş durumu, doğal olarak ekonomik hatta fizyolojik ihtiyaçların giderilmesinde ortaya çıkan sorunlar… Ve tüm bunların orta yerinde, henüz birkaç gün önce hiç ölmeyecekmiş, onları hiçbir şey öldüremeyecekmiş gibi yaşayan insanlar…



Veba’da Albert Camus, bir hastalığın gelip nasıl da bir şehrin ve o şehirde yaşayan insanların rutinlerini değiştirdiğini vurgulamak istiyor. Romanda hastalık öyle şiddetli ve öyle korkunç birkaç ay yaşatıyor ki Oran halkına, insanların reddetme ile başlayıp, telaşla devam edip kabullenme ile son bulan fiziksel ve tabii ki ruhsal durumlarını okumaktan ziyade izliyorsunuz adeta. Romanın bende en çok etki bırakan kısmı ise kesinlikle son sayfaları oldu. Aylarca veba ile savaşan Oran halkından geriye kalanların vebayı şehirlerinden uğurlama şekilleri tahmin edilemeyecek kadar sarstı beni…



Aslında ilk başlarda normal gelir okura böyle bir uğurlama: Oran halkı sokaklara dökülüp şehri terk eden veba salgınının ardından sabahlara kadar çılgınca eğleniyordu. İşte hayat böyleydi: O günlerde orada eğlencelere katılanlardan birkaçı birkaç gün önce ölmüş, ve birkaç gün önce ölenlerden bazıları da bugün eğlenenlerin yerine sevinç çığlıkları atıyor olabilirdi! Evet, gayet tabiidir ki ölenler gidecek ve kalanlar muzaffer olacaktır. Olacaktır da acaba ölenlerle kalanların kimler olacağına nasıl bir güç karar verir?..



İnternette bir yerde okudum. Siteye göre Camus bu romanında aynı zamanda ateizm vurgusu da yapmaktaymış. Ben bilemem, ama eğer ki öyleyse açıkçası yukarıda sorduğum soru onu ciddi anlamda ilgilendirirdi diye düşünüyorum.Hatta –eğer öyle ise- sırf bu sorunun cevabındaki –ona göre- adaletsizlik yüzünden ateizme yönelmiş olabilir. Ancak benim gibi Allah’ın varlığı konusunda çok da şüphesi olmayan insanlar için cevap açık: Vadesi gelen gitmiş kardeşim!



Veba’yı okuyun…



Yorum Gönder

0 Yorumlar