Sosyolojinin bu ilginç alanı ciddiye ve dolaysıyla da incelemek üzere ele alması, onun bir “kurum” olduğunu iddia etmesi garip şüphesiz. Zira “boş zaman” denilen şey hayatımızı devam ettirdiğimiz, yorulduğumuz, para kazandığımız, yapmakla yükümlü olduğumuz ve daha buna benzer yapmama şansımızın olmadığı tüm şeylerin dışında kalan zamanlarımızdır. Haliyle de biz insanlarca pek kale alınmaz “boş zaman”. İşte bu sebeplerden dolayı garip gelir sosyolojinin “boş zaman” üzerinde bu kadar kafa yorması ve hatta onu “boş zaman değerlendirmesi” şeklinde bir kurum olarak algılaması. Ancak biraz ince düşünüldüğünde sosyolojinin ne kadar haklı olduğunu görmek pek zor olmayacaktır…
Hani bilirsiniz, Pazar günü ile özdeşleştirilir boş zaman. O gün alış-veriş merkezleri dolar, mesire yerlerinde iğne atsanız yere düşmez, kafeler tıklım tıklımdır vs. Hepimiz “boş zaman”larımızda bu etkinliklerden bir veya birkaçını mutlaka yapmaktayızdır. Tabi bunların dışında kitap okumak, müzik dinlemek, salt dinlenmek gibi bireysel aktivitelerimiz de mevcuttur. Uzun lafın kısası ya kendimize ya da kendimizle beraber sevdiklerimize de vakit ayırabildiğimiz yegâne zaman dilimleridir “boş zaman”larımız. Şu 2. Paragrafta yazdığımız hemen her cümle toplumsal bir anlam taşıyor sanırım: İnsanlarla sosyalleşme, aileye vakit ayırma ve toplumu oluşturan en küçük yapı birimine, “ben”e vakit ayırma! Ve yine ilk paragrafta sosyolojinin “boş zaman”ı bu kadar ciddiye almasına şaşırmış, neden “boş zaman değerlendirmesi” adında bir kurumu ön plana çıkardığını merak etmiştik. Sosyalleşmenin son derece yoğun olduğu bir süreç, “boş zaman”larımız ve neticesinde sosyolojinin onu ciddiye alıp bir kurum olarak incelemesi. Sanırım her şey biraz daha görünür olmaya başlıyor…
Sosyolojinin asıl amacını hatırladığımızda, yukarıdaki paragraf çok fazla şey ifade ediyor. Bildiğimiz üzere sosyoloji “toplum bilimi” idi ve toplumun geçirdiği tüm süreçleri, bu süreçlerin sebeplerini ve sonucunda bunların topluma yansımalarını analiz ediyordu. Hal böyle olunca ve de “boş zaman”lar toplumu ciddi oranda etkileyince, bu durumun sosyolojinin gözünden kaçması da beklenemezdi herhalde. Bir düşünün, insanın kendisiyle baş başa kaldığı, sevdikleriyle beraber olduğu ve son raddede sosyalleştiği bir süreç: “Boş zaman”. Bireyi doğrudan etkileyen bir sürecin dolaylı olarak toplumu da ciddi oranda etkileyeceğini söylemeye lüzum yok sanırım. Hem biraz düşünüldüğünde, bizim belki diğer tüm vakitlerimizden daha az ehemmiyet verdiğimiz, isminden de kaynaklı kötü bir imajı olan bu vakitler, en çok “kendimiz” olduğumuz zamanlar belki de! Öyle ya –genelde sevilmez ya, çok seviyor olsak bile- iş, okul gibi sosyal alanlarda tam anlamıyla kendisi olamaz insan. Bu genele yayıldığında “boş zaman”larımızın dışında kalan anlarda hep “bir şeyler için” yaşamaktayızdır. Yine dikkatli düşünüldüğünde, en fazla “kendimiz için” yaşadığımız anların, “boş vakitlerimiz” olduğu zannediyorum görülecektir.
“Boş zaman değerlendirmesi” sosyolojik kurumu galiba hayatımıza yön veren en önemli kurum. Ekonomi, siyaset, aile vb. gibi kurumlarla kıyaslandığında isim olarak hayli sönük kalan bu kurum, aslında bizim hayata tutunmamıza ya da ondan tümüyle soğumamıza 1. dereceden etki eden kurum aslında. Yani biz ne isek, ne olacaksak, nasıl yaşayacak ve nasıl bir kafa yapısına sahip olacaksak, tüm bunların altında “boş zaman değerlendirmesi” isimli kurumun imzası olacak gibi görünüyor.
Bir başka deyişle “boş zamanlarımız” aslında “en dolu zamanlarımız” galiba…
0 Yorumlar