Epey yol alır devam etsem. Her şeyi bir biçimde yutuyoruz da...
Okuldan dönerken, öyle bir sahne gördüm ki; fotoğraf makinemin yanımda olması için her şeyimi verebileceğim. Tüm bunlarla debelenirken, genellikle yuvarlanıp giderken, senin es geçtiğin, es geçmekte ısrar ettiğin bir hayat gördüm. Daha nicesini görmüştüm. Kareler birleşince, kürdünden, türkünden, romanından, kafatası zihniyetinden, cumhuriyet mitinginden, her bir şeyinden daha kalabalık o topluluğu gördüm bir sahnede.
Sebebine anlam veremez bilmeyen; kendince modifiye ettiği tekerlekli sandalyesinde, en aşağı 80'le gidilen o yoldan trafik akışının ters yönünde gidene.. Bilmeyen görse intihar zanneder. Öyle değil işte. Ana ulaşım merkezinde, aralarda, dip köşede olmayan engelli yollarına isyan yalnızca. Öngörülen tehlike tamamen onun sorumluluğunda.
Ne çok sorumluluğu var sahi onun, göğüs gereceği ne büyük zorluklar var. Yüksek kaldırımları var, senin pat diye atlamayı sevdiğin. Tırtıklı vapur köprüleri , metrobüs ara boşlukları var. Çalışmayan engelli asansörleri yahut pek çok iradesizin, ve hatta terbiyesizin ondan önce koşup atladığı asansörleri var. Önüne dağ gibi dizilen merdivenleri var. Tek başına otobüse binme özgürlüğü yok mesela, Boris Vian olma hissi de. Dinini yalnızlık seçme hevesi de ve bir trenden istediği yerde inmekte. Boyundan büyük gişeleri var. Uzanmak zorunda olduğu ucube rafları, üç ayda bir ihaleye konan bozuk kaldırım taşları var.
Yürürken kareleri seçerim ben, kaldırım taşlarını severim bu sebepten. Kırmızıları es geçip beyazlara basar, çizgilere dikkat ederim.
O sevmez.
Dik yokuşları var, hani benim nefes nefese kaldığım. Durmuşluğu var. Yolda kalmışlığı. Karşıya geçecekken kaç ışık beklemişliği var. Geçemeyip vazgeçmişliği. Daimi bakan gözler var. Parmakla gösteren çocuklar, bundan utanan ebeveyinler tanımışlığı var. Acınmaktan kusmuşluğu, sesini duymamışlığı var.
Kağıt helvacıdan helva almışlığı var elbet. Patlamış mısırı sevmesi bir de. Kim sevmez ki. Senin 3D beklediğin filmleri, ezberlediğin replikleri duyamamışlığı var. Okuduğu dudakları mıh gibi kazıyordur beynine, olur ya, biri anlarsa, elleriyle haykırdığı dunyasından, o filmi unutamamışlığından bahsedecek olursa diye.
İçini görmeyi seçmiş gözleri, hep uykuda gibi, hayal ettiği günleri de var.Görmediği geçmişi. Öncü seçtiği sopasını tınlatırken yere, sollayarak geçmişliğin de var mutlaka senin. Acımışlığın da var yalnızca, acımasızca. Tahtaya vurmuşluğun var.
Bir şey söyleyeyim mi sana, onun senden büyük düşleri var. Galata köprüsünde durmuş, İstanbul'u ummuşluğu var.
Kaç kez durdurdun akışını, kaç kez sordun? Üzüldün mü sen hiç, yahut sahiden diledin mi, sende olmayanın kıymetini hiç var olmadan bildin mi?.. Uzun, dolambaçlı yollar seçtin onlar için, inan hepsi senin seçimindi. Senin iradendi. Öyle kuvvetli ki ruhu, öyle mukaddes ki hissi,
ve öyle güzeldi ki elleri.
Yanımdan geçecekken gözlerimiz kesişti. Başını eğdi öne, selam gibi, gülümsedim. Benden sonra kim bilir kaç kişiye tebessümle eşlik etti, kaç kişiye meyletti o eller. Umudunu biriktirmiş, bir gün olur ya diye derin iç çekmiş, belki bir sigaradan fırt çekmiş o eller..
Sen gördün mü o elleri,
hiç olmadı,
düşündün mü?..
*
fotoğraf:özenözgünözer.
3 Yorumlar
Yahut hiciv miydi, yoksa empati mi..?
Gördüklerin miydi bunlar, duyguların mı..?
Bir yazıda herşey olabilir mi..? Oluyormuş işte..
Kalemine sağlık diyeceğim ama kaleminden önce görebilmeyi başaran yüreğine sağlık..
Şimdi koştura koştura e-günlük sayfana gidiyorum..