Bir adam aniden gelip de bir insanın geçmişini değiştirebilir mi, diye soruyor Teodor, daha oyunun en başında, kendini tanıttıktan hemen sonra. Salondan birkaç kişi hayır diyor, yarı duyulur yarı duyulmaz bir sesle. Teodor gülümseyerek bakıyor salona yani bizlere, bir şey söylemiyor ama hala istediği cevabı bekliyor gibi. Muhtemelen düşünme payı diyebileceğimiz kısa bir sessizliğin ardından benim içimden geçirdiğim evet’im arkalardan gelen bir sesle canlanıp hayat buluyor ve düşüyor sahnenin ortasına, tam da Teodor’un önüne, tam da onun istediği gibi. Bu cevaptan kısa bir süre sonra Luka geliyor sahneye ve oyun gerçek anlamıyla başlamış oluyor.
Biri, iki kitabı yayınlanmış bir edebiyat adamı ve şimdinin yeni genel yayın yönetmeni; Teodor Teya Kray, ya da annesinin gözünde ve sözündeki adıyla sadece Teya. Diğeri ise son 18 yılını bu edebiyat adamını takip ederek, ona farkettirmeden neredeyse onunla birlikte yaşamış olan, yeni emekli edilmiş eski bir polis; Luka Laban. Bu arada Martha’yı; Teodor’un -aralarında gizli bir flört havası sezinlenen- sekreterini ve yazar olmak isteyen ve yayınevini basan sinirli bir kaçığı da kısa rollerine rağmen unutmamak lazım.
Duşan Kovaçevic’in yazdığı Profesyonel’de Başar Sabuncu ve Bilge Emin’in çevirisi Işıl Kasapoğlu’nun yönetimiyle birleşmiş. Bu kara-komedide ironik bir üslupla Yugoslavya’daki bir dönemin siyasal yaşamı, öncesi ve sonrasıyla karakterlerin özel hayatları üzerinden yansıtılıyor. Geçmişten gelen ve beraberinde geçmişi de getiren Luka ile Teya’nın arasında kelimeler zamanın duvarlarına çarparak bir gidip bir geliyor. Geçmişin unutulmuşu, kaybolmuşu, gözden kaçmışı, fark edilmeyeni, söylenmeyeni, birinin yaşayıp, bir diğerinin gözlemlediği haliyle şimdi’de, kah gülerek, kah ağlayarak, kah düşünerek yeniden yaşanıyor, yaşatılıyor.
Yetkin Dikinciler’in Teya ve Bülent Emin Yarar’ın Luka rolünde devleştiği, Gülen Çehreli ve Cenap Oğuz’un bu iki deve başarıyla eşlik ettiği bu keyifli oyunun sonrasında oyuna dair konuşurken ve düşünürken fark ettim ki; ben en çok oyunun en başında sorulan soruya takılmışım. Zaten günlerdir içimde kendi kendime sorduğum soruya; “Biri gelip de bir insanın geçmişini değiştirebilir mi?Sahi bir insanın kaç geçmişi olabilir ki?
Geçmiş derken sonuçta yaşadığımız, gördüğümüz, hissettiğimiz, anladığımız, hatırladığımız kadarından bahsediyoruz eskiye dair. Bizi şimdi’ye eksiltip çoğaltarak getiren yaşanmışlıkları söylüyoruz. Peki ya bir gün tüm bunların diğer tarafından bakmamız istenirse bizden? İstenmekten öte kanıtlarıyla, tüm yaşanmışlığıyla sunulursa önümüze? Bizi sevmediği için terk etti diye bilinen eski bir sevgili asıl bizi sevdiği için bırakıp gitmek zorunda bırakılmışsa misal? Ya da sarhoş bir zamanda itiraf edilip de bir daha hiç hatırlanmayan bir olay günyüzüne çıkartılırsa aniden? Hiç olmadığını bildiğimiz birinin varlığı ekleniverirse şimdimize veya var olanın yerine geçiverirse sonradan karşımıza çıkan o kişi? Eski sözlerimiz, düşüncelerimiz, savunduklarımız şimdiki -tamamen farklı- halimizin önüne dökülüverirse teker teker?
Geçmişimize dair söylediğimiz halde hatırlamadığımız sözlerimizle, bir yerlerde bıraktığımızdan bile haberdar olmadığımız kişisel eşyalarımızla, gözden kaçırıp ta es geçtiklerimizle, yaşadığımızı bile fark etmediğimiz günlerimizle, bizi biz yapan, şimdi’mizde önemli bir yer tutan anlarla karşı karşıya getirilirsek? Bizim bildiğimiz ve dile getirdiğimiz geçmişimize dair, hiç bilmediğimiz ve şu ana kadar dile getirilmemiş bir hatta birden fazla pencere açılırsa önümüze?
Sorular yeni soruları getirken peşisıra, aklıma Halil Cibran’ın cümleleri geliyor birden. “Sakın 'hakikatı buldum' demeyin. Daha ziyade 'bir hakikat buldum' deyin” diyor Halil Cibran, Ermiş adlı kitabının Kendini Tanıma’ya Dair bölümünde. Ve “Sakın 'ruhun yolunu buldum' demeyin. Daha ziyade 'benim yolumda yürürken bir ruhla karşılaştım' deyin. Zira ruh bütün yollarda yürür. Ruh bir çizgi üzerinde yürümez, ne de bir kamış gibi büyür. Ruh kendi kendine açılır, sayısız taçyaprağına sahip bir nilüfer misali.” diye ekliyor hatta sözlerine.
Acaba geçmişimize dair de aynı yorumu uygulayabilir miyiz diye geçiriyorum içimden. Oldu bitti’ye getirmesek, kestirip atmasak, yaşandı bitti saymasak. Sadece kendi penceremizden görülmüş olanlara endekslemesek yaşananları. Geçmişi yaşadım demek yerine mesela ‘bir geçmiş yaşadım’ desek. Kendi geçmişimizde bizim yaşadıklarımız dışında açılan ve açılabilecek diğer pencerelerin de varlığını düşünerek...
Bir adam aniden gelip de bir insanın geçmişini değiştirebilir mi, diye sormuştu Teodor, daha oyunun en başında, kendini tanıttıktan hemen sonra. Salondan birkaç kişi hayır demişti, yarı duyulur yarı duyulmaz bir sesle. Teodor gülümseyerek bakmıştı salona yani bizlere, bir şey söylemeden ama hala istediği cevabı bekliyor gibi. Günler sonra şimdi ne ben o salondayım artık ne de karşımda, sahnede almak istediği cevabı bekleyen Teodor var. Ama bu sefer üzerine hiç düşünmeden ve yüksek sesle verebileceğim bir cevabım, bir evet’im var. En azından kendi adıma...
*14 Şubat’a dair, bugüne kadar aldığım en güzel hediye olan bu oyun için ayrıca çok teşekkürler...
**Görsel: Deviantart
- Genel
- Edebiyat
- __Şiirler
- __Öykü
- __Kitap
- __Mizah
- __Bilim Kurgu
- Makaleler
- __Günlük
- __Denemeler
- __Gazete
- __Köşe Yazıları
- Kültür Sanat
- __Sinema
- __Tiyatro
- Özel Günler
- __23 Nisan
- __Kadınlar günü
- __Anneler günü
- __Babalar günü
- __Sevgililer günü
- __Öğretmenler günü
- Kampanya vs.
- __Anket
- _Röportaj
- _Günün konusu
- _Günün sorusu
- Seyahat
- _Gezi
- _Tatil
- _Fotoğraf
- Spor
- _Yarışma
- Sağlık
- _Yemek
0 Yorumlar