Banner

Çocukken

Şimdinin çocuklarına bakınca, aslında bizim eskiden istediğimiz imkanlara sahip olduklarını ama asla bizim o zamanki ruhumuza sahip olamayacaklarını düşünüyorum.
Zamanın ruhu denen şey o zamanlar çok daha sıcak, sarmalayıcıydı.
Kek kokusu hatırlıyorum o zamana dair, komşumuzun fırınlı sobasında pişen , daha sonra ıslak kek halini alan o nefis kekin kokusunu...
İncir sütünün elimizi ne kadar kaşındırdığını ve o acımtrak hissi hatırlıyorum...
Bahçemizde kendime iki tuğla ve bir sactan yaptığım ocaktan çıkan is kokusunu hatırlıyorum mesela...
En çok ta babamı hatırlıyorum aslında.
Onun tepsine tüneyip saatlerce saçlarını taramamı hatırlıyorum. Onun saçlarının yaptığı işten teneke gibi kokmasını hatırlıyorum...
Görüntüler , kokular , sesler geliyor bana.
Mutfak tezgahına oturmuşum , babamın büyük aynanın karşısında yerini alışını izliyorum. Traş takımını, sopaya takılı Arko tıraş sabununu, fırçayla köpürtüşünü, yüzüne sürüşünü, benim de fırçayı alıp yüzüme sürmemi hatırlıyorum. Tıraş olduktan sonraki "an" ı hatırlıyorum. Bana kendini öptürüşünü, kokusunu...
Evimizde, kendime kullanılmayan "yukarki oda" yı oda yapışım...
Beyaza boyuyor annemler, boyanın içine kireç de atıyorlar ki böcek gelmesin . Orada yatıyorum kalkıyorum. Zamanımın çoğu orada kitap okuyarak, dergi okuyarak geçiyor. Oturma odasındaki sesleri hatırlıyorum. Babamın A Takımı adlı diziyi izlediğini anlıyorum seslerden.
Çocukça özgürlüğümü hissediyorum.
Sokakta büyük şok! Aldığımız son topumuz patlamış, büyük yastayız. Top için bir mezar kazmaya karar veriyoruz. Süsleyeceğiz mezarı, gözlerimiz kapalı çiçekler toplayıp süslüyoruz top anıtmezarını. Gözlerimiz kapalı olacak ki, mezar bittiğinde açıp bitmiş halini görüp daha çok sevinelim.
Sevincimi hatırlıyorum.
7. Doğumgünüm. Komşumuza "oturmaya" gitmiştik. Otrmaya gidilirdi o zamanlar. Annelerin kaş gözüyle görece sakin oturduğumuz oturmalar...
Eve dönüyoruz.
O da ne, içerde bir şeyler yanıp sönüyor. Korkuyu hatırlıyorum ve merak...
İçeri giriyoruz, bana hediye oyuncak ayı almışlar, gözleri yanıp sönenlerden. Babam biz eve gelmeden ışıklarını yakmış bana sürpriz yapmış.
Yanıp sönen gözlere sahip ayımın pillerini çıkarıp yaladığımı hatırlıyorum. Pil tadını hatırlıyorum.
Uykuluyum, gece, bir yerden dönüyoruz, ben babamın sırtındayım, pembe hırkam var. Gözlerimi kapatıp sızıyorum...
Güveni hatırlıyorum.
Beyaz rugan ayakkabılarımı hatırlıyorum.
Misafirlikteyiz, bayır aşağı ayakkabılarımızı kaydırıyoruz. Felaketin gelmesi çok sürmüyor. Çenemin üstüne düşüyorum. Dişler dudaklar harap. Kan tadını hatırlıyorum...
Mandallarım vardı. Onlar aileydi, mandal ailesi. Bizim evin rafları da evleriydi. Yüzme havuzları da vardı plastik saklama kabından.
Onları çiftleştirdiğimi hatırlıyorum.
Cam boyası yapıyoruz Burcu ile. Öğretmen ödev vermiş çünkü. Yapılacak. Annemin sevdiği örtülerden birinin üstünde yapmaya karar veriyoruz. Karar sebebimiz elbette o örtünün olması değil ama öyle denk geliyor diyelim. Olan oluyor, yeşil cam boyası örtüye dökülüyor. Eyvah nasıl çıkacak örtüden! Kimyasal maddeler dökmeye karar veriyoruz. Önce cif sonra çamaşır suyu sonra gaz (!) sonra porçöz (!) sonra tiner (!) sonra aseton. Hafiften boğaımız yanmaya başlıyor penceresiz banyoda. Örtüyü havuza atıp kendimizi de dışarı atıyoruz. Bir sürahi tuzlu ayran yapıyoruz önce. Ya zehirlendiysek dimi. Bir sürahi ayranı bitiriyoruz zehirlenme korkusuyla. En son örtünün boyalı kısmını makasla kesmeye karar veriyoruz. Akıl işte.
Salaklığımızı hatırlıyorum.
Bir sürü kitabım vardı, abone olduğum çocuk dergilerimin oluşturduğu yığın vardı. Bir gün durduk yere aldım hepsini bir leğene doldurduğum gibi attım. Ne aptallık. Ama Fadiş'i atmadım. Fadiş başka, ilk göz ağrım. Fadiş ve Kim kimdir ansiklopedilerim.
Fadiş'teki hüznü hatırlıyorum.
Akşamsefasının suyunun elleri nasıl kaşındırdığını hatırlıyorum.
Kız kaçırandan ne kadar korktuğumu hatırlıyorum
Mahallenin alakasız bir yerine kilim serip saatlerce evcilik oynamanın hazzını hatırlıyorum
Mahallelinin beğenisine (!) sunduğumuz gösterimizi hatırlıyorum. Toplanan bilet paralarıyla abur cuburun dibine vurduğumuzu da...
Tatil dönüşünde arkadaşlarımın metruk bir evin bahçesine yapmış oldukları tahtadan evi görüp şaşırmamı hatırlıyorum. O eve açılış yapmış, kurdele bile kesmiştik.
Yağmurda o evin içine girip çatısına vuran tıp tıp sesleri dinlediğimi hatırlıyorum.
Peçete koleksiyonu yapılıyordu eskiden, bir de şıpsevdi sakızlarının kağıtları saklanıyordu.
Başkası için hiç bir şey ifade etmeyen anılar, sesler ve kokular.
Bir evin merdiven girişine çimentodan yaptığımız minicik kuş havuzu, çamaşır telinde voleybol, boruyla üflenen külahlar, hop topla bayır aşağı koşmaca, mahallenin korkulan köpeği Dino'nun zincirini koparıp çocukların arasına dalması, patenle bayır aşağı kaymaca ve düşmece, evlerde yapılan ruh çağırma seansları, evlerde yapılan filmler, evlerde yapılan yataktan mindere minderden komidine atlamacası, komşumuzun ördeği Cafer, hep korkulan, rüyalarımıza giren, kendisini görmediğimiz ama karısının tırnaklarını söktüğü bilinen eski komşu Cengiz, gizli gizli bahçesine girdiğimiz "Özenlerin evi", baharda açan mor salkımların aygın baygın kokusu, beyaz köpüklerin duvara sürtülürken çıkan sesi, mantar tabacası kokusu, gençlik rüzgarları dizisi...
Bunları güzel yapan neydi bilemiyorum şu an. Sadece o zamanlar hissettiklerim ve o zamanlara olan özlemim hiç bitmiyor.
İkibinli yılların ruhu olduğunu pek sanmıyorum. Bizim çocuklarımızı ne tür kokular, hisler ve görüntüler bekliyor bilmiyorum ama bunlar olmadan da çocukluk olamazmış gibi geliyor bana.


foto

Yorum Gönder

0 Yorumlar