
Hiçbirimiz Hrant değiliz!
Hrant birimizin eşi, yakını, birimizin yoldaşı-haldaşı, birimizin arkadaşı-dostu, ustası, öğrencisi birimizin...
Hiçbirimiz Hrant olmadığımız için değerliydi binlerce insanın; her biri birbirinden farklı farklılıklara sahip; sesleri, yüzleri, giyim-kuşamları farklı binlerce kişinin; hemdert, binlerce kişinin bir araya gelmesiydi değerli olan.
Hiçbirimiz Hrant değiliz!
Farklıyız birbirimizden. Gelebilir benim de, senin de başına, onun başına gelenler; farklılıklarımızdan söz ettiğimiz için, bir hazin hürriyetimizle…
Türban sorunu vardı bir zamanlar. Türban sorunundan söz ediyor bir yazısında, “Avrupa çokkültürlülükle, islamla ilk kez karşı karşıya” diyor. Onların, bu sorunu insan hakları rehberliğinde kısa zamanda çözeceklerinden ve demokrasinin galip geleceğinden bahsediyor. Demokrasi galip geldi ve bir grup türbanlı genç öğrencinin talepleri doğrultusunda yaşama-okuma-çalışma hakkı elde edildi müslüman Türkler olarak, Avrupa’da!
“içimiz-dışımız” farklı bizim! Dışımızı dışlayanlardan içimize dönerek onarılıyoruz. Kimi “içindekini at, dışındaki kalsın…” diyor, kimi “dışındakini at, içindeki kalsın…”
içimiz-dışımız bir değil artık! İçimiz dışımıza da çıkmıyor, bunaltının en ağır zamanlarında bile! Nereye koyacağımızı, ne yapacağımızı bilemediğimiz değerlerimiz iç içe geçmiş, delil karartır gibi karartıyoruz değerlerimizi şimdi. Yıllarca bir arada yaşayan insanlar “ben şu’yum, sen bu’sun, biz şöyleyiz, siz böylesiniz” diye yeni mi, neden sonra düşünür oldu? Kipling’in bir hikayesindeki kırkayak gibi…
Kırk ayağının kırkını da rahatlıkla kullanarak güzel güzel yürürken karşısına çıkan bir dalkavuk, onun eşsiz hafızasına övgüler yağdırmaya başlar ve hiçbir zaman yirmi birinci ayağından önce on ikinci ya da otuz beşinciden önce yirmi dokuzuncuyu atmadığını söyler. Acımasızca özbilinç kazandırılan kırkayak artık bir adım bile atamaz olur. Sorgulamanın, rutini bozmanın rahatsız edici bir yanı olduğu her zaman söylenmiştir. Kazanılan özbilinç, bir adım bile atamamaya, çapariz olmaya sebep olsa da, aşinalıktan kurtaran ve aydınlanmayı sağlayan bir zafer olarak da nitelenebilir. “Aşinalık yalnızca sorgulayıcılığın ve eleştirinin değil, aynı zamanda yenilik arayışının ve değiştirme cesaretinin de en amansız düşmanıdır” Zygmunt Bauman
Hiçbirimiz Hrant değiliz!
Acı çekmeliyiz, üzülmeliyiz, düşünmeliyiz! Biz geride kalanız, geriye kalanız çünkü. Kültürlerimiz, miraslarımız bir bir yok oluyor. Farklılıklarımıza “tektipleştiremediklerimizden misiniz?” der gibi derin, keskin, içimize işleyen bakışlar yöneliyor. Bir bir yok oluyor farklılıklarımız. Yok ediyoruz! “Çokkültürlülüğün bedeli ağır” diyor Hrant. Sadece onları kaybederek mi ödüyoruz çokkültürlülüğün bedelini?
Kürt sorununa dair söylediği sözleri, yazdığı yazıları arşivlerden çıkarmanın tam vaktidir şimdi! Geç bile kalınmıştır hatta, tüm Hrant Dink yazılarının okunmasında…
Hiçbirimiz Hrant değiliz!
Zaten biz diye bir şey yok.
“Ne mutlu türküm diyene!” demenin nesi garip? 10.yıl nutku da, andımız da “Ne mutlu türküm diyene!” diye bitmiyor mu? Peki “Ne mutlu türküm diyene” demekle bitiyor mu? Türk olmanın diğer milletlerden bir farkı olduğu anlatılmadı mı bize? Hani, misafirperver, cefakar, vefakar, geleneklerine bağlı… “Ne mutlu türküm diyene” demekten utanır mı olduk bir yandan? Demek çözülmesi elzem sorunlarımız var. “Komşusu açken tok yatan” olarak mı görüyoruz ki kendimizi? Herkes milletiyle gurur duyabilir ve bunu farklı şekillerde taşıyıp, farklı saygı-sevgiyle, içinde, dışında barındırabilir. Kimi tişörtünde amerikan, ingiliz bayrağıyla bunu yapar, kimi çıt çıkarmadan, kımıldamadan gösterir saygısını… Bu milletlerin içinde olan, gelenekleri, kültürüyle orantılı bir şeydir. Farklı aile terbiyesi, farklı ahlak anlayışı olduğu gibi. Yazardı o da! Adımdan daha iyi biliyorum bunu. O da yazardı, istemezdi başkalaşmasını bir halkın…Yaşayamadık Hrant’ı!
Hiçbirimiz Hrant değiliz!
Bilmiyoruz da ne olduğumuzu, kim olduğumuzu. Hrant Dink’in geride bıraktıklarından mı kaçıyoruz Hrant olarak? Mevlana’yı, Yunus Emre’yi, Pir Sultan Abdal’ı, Nazım Hikmet’i, Mustafa Kemal’i nasıl biliyoruz? Ne kadar biliyoruz, nesini biliyoruz?
Hepimiz…
Yaşayamadık…
Hrant’ı!..
“Çokkültürlülüğün bedeli ağır”
0 Yorumlar