Banner

Benim adıma karar verme!

Bazı sloganları, slogan olduklarını bildiğim halde çok seviyorum. Bunlardan birisi de “benim adıma karar verme!”dir. Birkaç yıldır sıkça kullanılan bu sloganda vatandaş, kararı kendisinin vermek istediği mesajını iletiyor. Kendisi adına, kendisinin yetki vermediklerinin hariçten gazel okumasına pek sıcak bakmıyor.
Ama bu her zaman geçerli de olmuyor.
Bazen yetki verdiklerimiz, bırakın hariçten gazel okumayı resmen saçmalıyor veya yetki aldıkları kişileri gözlerini kırpmadan satabiliyorlar. Ve o zaman “benim adıma karar verme!” demek pek de inandırıcı gelmiyor, çünkü yetkiyi vermişiz bir kere...
***
Son günlerde Tekel’de çalışan işçilerin eylemleri ülkenin gündemine oturmaya başladı.
Bir taraftan “çalışmadan” para aldığı söylenen işçiler, bir diğer taraftan “özlük hakları” elinden alınan işçiler, mağdur olacak işçilerin aileleri...
Anavatan Partisi’nin iktidara gelmesiyle ülkede baş gösteren özelleştirmeler, hep işçinin aleyhine oldu. Doğrusunu söylemek gerekirse bütün özelleştirmelerde de devlet kârlı çıkmadı.
Devletin karı, “boşa ödediği maaşların kesilmesi”nden başka bir şey değildi. Yok pahasına satılan işletmeler, yok pahasına satılan tesisler hep birlerine peşkeş çekildi.
Çoğu da amacı dışında kullanıldı; ne milli servete katkı sağladı, ne de istihdama yönelik bir atılım oldu.
Aslında iyi örnekleri yok değildi. Çimento, PTT gibi bazı kurumlar özelleştikten sonra daha çok kâr etmeye, daha fazla maaş ödemeye, çalışanını ve vatandaşı daha fazla memnun etmeyi başardılar. Sudan ucuz alınan bu tesisler, akılcı yönetimle çok güzel idare edildi. Diğerleri de hem sudan ucuza satıldı, hem de heba olup gitti. Sümerbank bunlardan birisi...
Aslında hepsinde de çalışanın, yani o kurumdaki memur ve işçinin bir suçu yoktu. İyi yönetilmeyen, arpalık gibi kullanılan, siyasetin cirit attığı kurumlar zarar etmeye başladı, cezasını da işçilere çektirdiler.
***
Şimdi Tekel’in satışı gündemde...
Aslında Tekel’in satışı tamamlanmıştı. İşçilerin yetki verdiği sendika da hükümetle “iki yıl daha bu maaşı alıp, 4-C kapsamına geçeceğiz” diye anlaşma imzalamıştı. Kısaca söylemek gerekirse şu anda işçilerin yaptığı eylem, iki yıl öncesinde yapılması gereken eylemdi. Sanırım “bu kadar da vicdansızlık olmaz, iki yıl sonra da maaş almaya devam ederiz” diye düşündüler veya sendikaların oyununa geldiler...
Onlar adına karar veren sendika, iki yıl önce bu işi nihayete erdirmişti zaten.
Tekel’in satışı yapılmış, ambarları boş, herhangi bir iş yapılmıyor ve çalışanlar da “iki yıl daha aynı maaşı” almaya devam ediyordu. O zaman şimdiki eylem neyin nesi?
Hükümet kanadından durumun eleştirisi böyle ve şimdi hükümet tarafından “işçilerin sözünde durmadığı” ve eylem yaptığı düşünülüyor. Yani aslında “sendikalar sözünde durmadı” demek isteniyor.
Ama biliniyor ki, sendikanın iki yıl önce “evet” dediğine, işçiler aslında hiç “evet” dememişti.
“Benim adıma karar verme!” diye o zaman eylem yapılsaydı, sendikalar işçileri satmayı göze alamayacaktı...
***
Gelelim işçilere...
Onların cephesinden baktığımızda işçiler sonuna kadar haklı...
Çünkü, işe girerken imzalanan iş aktinde ve tabii oldukları iş kanununda “ne iş yapacakları” ve “ne kadar yevmiye ödeneceği” bellidir. Aslında “ne zaman emekli olacağı” da bu yasa çerçevesinde belirlenmiştir.
Bunun için “hak edilmiş özlük hakkının gasp edilemeyeceği” söylenir.
Bu nedenle işçinin kazanılmış hakkı elinden alınamaz.
Ancak kanun yapanlar, aynı zamanda Tekel’i satanlar olunca “zamanı geldiğinde uygun kanunu” da çıkarabiliyor.
Yani aslında cılklık eden devlettir.
Halkın faydasına olan kanunları iptal etmekle ünlenen Anayasa Mahkemesi, özelleştirmede işçinin lehine olan maddeleri iptal etmeyi hiç düşünmedi.
Düşünemezdi, çünkü şimdi “işçi dostu(!)” görünen CHP, asla böylesi adaletsiz kanunları Anayasa Mahkemesi’ne götürmeyi düşünmedi.
Çünkü CHP’nin de işine geliyordu. Hani iktidar olmaz ama ya olursa, “bedava” para mı ödeyecekti?
Bütün bunları düşündüğümüzde işçilerin sonuna kadar haklı olduğunu görebiliyoruz. Çünkü, işe başladığında kendisiyle bir akit yapılmış, bu akite şimdi uyulmamış.
Eğer Tekel zarar ediyorsa bunun suçlusu işçi değil, beceriksiz yöneticilerdir.
Eğer ülkede tütün tümden yasaklandıysa sorun yok ama yasaklanmayıp, yabancı bir sigara firmasına satışı yapılıyorsa o zaman işçi çıkarmak niye?
Üstelik de Tekel’de çalışan memurları bir başka kuruma gönderip, onların kazanılmış hakkı muhafaza ediliyorsa işçiler bir başka devletin işçisi mi ki onların kazanılmış hakkı bir başka kuruma gönderilerek korunmuyor?
Sorun siyasilerin ve hükümetlerin işçiye bakış açısında yatıyor aslında...
1986 yılından bu yana yapılan bütün özelleştirmelere bir bakın, hepsinde memurların hakkı korunmuş, bir başka kuruma kaydırılmış ama işçiler hepsinde mağdur edilmiştir.
Eğer o kurumun zarar etmesinde işçinin suçu varsa, genelde “yönetici” konumunda olan memurların suçu yok mu?
Hem memur devletin memuru da, işçi düşmanın işçisi mi?
Özetlersek, “işçinin adına karar verme” konumunda olan sendika ve yine oy verip seçtikleri için “işçinin adına karar veren” hükümetler, 1986 yılından beri işçileri harcıyorlar.
Çıkarılan özelleştirme kanunları da ancak kanunsuzluğa bulunan kılıftan başka bir şey değildir. Buna rağmen işçiler nerede “benim adıma karar verme” diyeceğini şaşırıyor ve o zaman bazen eylemi yanlış zamanda, yanlış yöne doğru yapıyorlar...
Bazı siyasi partiler de “farklı düşünmediği, farklı uygulaması görülmediği” halde aslanlar gibi “işçi dostu” görünüyor...
Bu nasıl bir komedi anlayamıyorum...

Naif Karabatak
11 Ocak 2010

Yorum Gönder

0 Yorumlar