Banner

MEVLANA'NIN GÜNEŞ'İ


Mevlana Allah'a aşıktır aslında..Şems; onun sadece dostudur..olmazsa eksik kaldığı, yokluğunda ağladığı..
Tebriz'de doğmuştur,Şems..Baba Kemal'den ilim öğrenmiştir..hatta Mevalana'yla tanışacağına dair feyzi de bu ilim dostundan almıştır..güneştir aslında anlamı.."uçan güneş" lakabını da sonradan kazanmıştır..dünyanın her yanını dolaşıp, ilim irfan katipliği yaptığı için uçmak ona çok yakışmıştır..
dünya nimetlerini önemsememiş kendini dinine ve Allah'ına adamıştır..Haramdan sakınıp helale yönelmiştir..
"Bir zaman Rabbime, beni kendi velîleri arasına koyup onlara arkadaş et diye yalvarırdım. Bunun üzerine bir gece rüyâmda bana; "Seni bir velîye arkadaş edeceğiz." dediler..
bu cümleler kendi ağzından çıkmıştır ve Rum diyarına düşüp o zat'ı bulmayı amaçlamıştır..artık o gerçek dostu bulmanın zamanıdır..
yani;Mevlana Celaleddin-i Rumi'yi..
Konya da bir kapı altına oturmuş Allahla iletişim kurmaya çalışırken, Mevlana öğrencileriyle tamda yanıbaşından geçmiştir..ve dostu tanımak zor değildir ya hani, dostun atının yanına gelip adını öğrenmek istemiştir..Mevlana bu nurlu zat'a bakıp ismini yinelemiştir..ve böyle başlamıştır,bir aşkın ilk harfleri yazılmaya..
o günden sonra birbirlerinden feyz alan iki insan iki katip iki veli olmuşlardır..zamanları ayrı geçmemiş,öğretecekleri anlatacakları bitmemiştir..
"Mevlânâ'nın oğlu Sultan Veled, onların hâllerini şöyle anlatır: "Ansızın Şems-i Tebrîzî hazretleri gelip babam ile görüştü. Babamın gölgesi, onun nûrunda yok oldu. Onlar birbirlerine öyle muhabbet gösterdiler ki, etraflarında kendilerinden başkasını görmüyorlardı. Şems-i Tebrîzî, babama mârifetten, Allahü teâlânın zâtına ve sıfatlarına âit ince bilgilerden ve O'na muhabbetten bahsediyordu. Babam da bunları büyük bir haz ile dinliyordu.Eskiden herkes babama uyardı, şimdi ise, babam, Şems'e uyar oldu. Şems babamı muhabbete dâvet ettikçe, babam, Allahü teâlânın muhabbetinden yanıp kavrulurdu. Babam artık onsuz yapamıyor, yanından bir ân ayrılmıyordu. Bu şekilde aylarca sohbet ettiler. Böylece babam pek büyük mânevî derecelere yükseldi..."
böyleydi işte onların dostluğu..aşkları istekleri beklentileri bu kadardı..kendi dinlerini yaşıyorlar ve bunu insanlığa duyuruyorlardı..
fakat bir gün bu bağ, başkalarına ağır gelmeye başladı..o günden sonra hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktı..Şems'in kulağına gelen bu fısıltılar,onu Şam'a gitmeye sevk etti..Mevlana dostunun gidişiyle kendi içine saklandı..o kadar özlüyordu ki bunu ifade etmesi zorlaşıyordu..ayrılık acısı tahammül edilemeyecek bir hale dönüşüyordu içinde..kalbinin acısıyla Şems için kasideler yazıyor bu ızdırabı dindiremiyordu..mektuplar yazıyor..Şems i görüp haber verecek olan kişilerin yolunu bekliyor,gördüm diyenlere varını yoğunu veriyordu..
"Bir defâsında birisi; "Şems-i Tebrîzî'yi Şam'da gördüm. Sıhhati yerindeydi." dedi. Mevlânâ, ona elinde bulunan ne varsa hepsini verdi. Orada bulunanlardan biri; "O, Şems-i Tebrîzî'yi görmedi. Yalan söylüyor" deyince, Mevlânâ da; "Ona verdiğim bu elbiseler, sevdiğimin yalan haberinin müjdesidir. Onun hakîkî haberini getirene canımı veririm." diye cevap verdi."
ve bir gün;
Mevlana dayanamayıp oğlu sultanveled'i Şam'a gönderir..ve Şamda bir han da karşılaşırlar..oğlu babasının her söylediğini harfiyen iletir ona..artık seni istemeyenler senden özür diliyor der..Şems büyük bir hasretle yeniden koyulur, Konya yollarına..Mevlana; Şems'i gördüğünde mutluluktan tarif edemeyeceği duygular yaşar..artık dost gelmiş yurduna konmuştur çünkü..
Şems; Konya eşrafının sevincine tanıklık edip Mevlana ile konuşmaya başlar der ki; "Benim bir serim (başım) bir de sırrım vardır. Başımı sana fedâ ettim. Sırrımı da oğlun Sultan Veled'e verdim. Eğer Sultan Veled'in, bin yıl ömrü olsa da hepsini ibâdetle geçirse, ona verdiğim sırra, yâni evliyâlıkta yükselmesine sebeb olduğum derecelere kavuşamaz." dedi.
o günden itibaren aralarındaki o bağ daha da güçlenecektir ve bulundukları yerden hiç çıkmayıp sohbetlerine devam edeceklerdir,bir saniyeleri bile ayrı geçmeyecektir..bu onlar için ayrılık demektir,aslında..bu onlar için bitmeyen bir hasret, bir daha kavuşmayı beklemek olacaktır..
çünkü bir gece Şems'i, Mevlana'nın güneşini ,çağırılar..bulundukları yerden dışarı çıktığı an(aralarındaki iletişimi kıskanan kimseler) öldürürler onu..Şems'in ölüm anında sesini duyan Mevlana oturduğu yerden kalkar ve dostun ;aşk'ın acısıyla oradan oraya koşturur.. fakat artık çok geçtir.. Şems; öldürülmüştür..cesedini bulamazlar..bir gece Sultan Veled'den yardım ister büyük dost Şems..kuyuda olduğunu ve bedeninin oradan alınarak defnedilmesini bildirir..o kuyuya vardıklarında muhterem Zat'ın cansız bedeniyle karşılaşırlar..ve oradan alıp Mevlana'nın medresesine defnederler..
bu aşk burada bitmemiştir aslında..aşk bitmez çünkü..Mevlana Şems'ine duyduğu dostlukla vefat etmiş,ondan öğrendikleriyle yaşayıp o noktaya gelmiştir..
peki bizler dost olabildik mi..sevebildik mi..canımızı hiçe sayıp birbirimizin kuyusunu kazmadan sıkıca sarılıp kenetlenip yaşayabildik mi..peki ya hangi dostumuz mezarımızın yanında bir toprak olmayı düşledi..düşünün bunları belki Şems kadar değil belki Mevlana kadar da değil..
ama Mevlana'nın oğlu Alaaeddin gibi hiç değil o; Şems'i öldüren yedi kişilik grubun içerisindeydi çünkü
"Eğer bir kimse bana âhiretim ile ilgili bir defâ iyilik edip, dünyâ ile ilgili binlerce kötülük etse, ben onun bir defâ yaptığı iyiliğe nazar ederim. Çünkü iyi ahlâk bunu icâbettirir." Şems-i Tebrizi..

p.s: Bu yazı din kaygısı ve istismarı olmadan yazılmıştır..

Yorum Gönder

4 Yorumlar

Elif Kararlı dedi ki…
notunuza istinaden, önyargısızca bir solukta okundu yazınız..Elinize ,yüreğinize sağlık..
Emre KORLU dedi ki…
çok teşekkür ederim..
emel dedi ki…
çok güzel, etkileyici bir yazı. izin verirseniz alıntı göstererek blogumda paylaşmak istiyorum.
Emre KORLU dedi ki…
tabi ki paylaşabilirsiniz..
güzel yorumunuz için teşekkür ederim..