Onları “para sayarken” hayal edebilirdik. Tatilde güneşlenirken, dev fabrikaları denetlerken, yöneticilere talimat yağdırırken ve elbette ki çok özel programlara, çok özel röportajlar verirken…
Doğrusu onları reklâm filminde hayal edemezdik.
Sadece belli bir amaca hizmet edecek, kampanya usulü girişimler için “çorbada tuz” misali reklâmlarda oynayabilirlerdi…
Muhtemelen öyle bir şey tabii…
Bugünlerde ekranlarda ülkenin ekonomisine yön verenleri görmeye başladık; Mustafa Koç, Güler Sabancı, Bülent Eczacıbaşı, Erdoğan Demirören, Abdülkadir Konukoğlu, İdil Yiğitbaşı ve Cem Boyner…
Belli zamanlarda ekonomiye yön verme misyonlarını yerine getirmek için siyasete yön verdikleri de oluyor elbet ama bu konumuz dışı…
Reklâmlarda Türkiye’de üretilen makinelerin tıkır tıkır işlediği söyleniyor, bir şekilde bu makinelere kefil oluyorlar…
Merak ediyorum, bu önemli isimlerin işletmelerinde hangi ülkenin makinesi var diye?
Belki de Türkiye’de üretilen makinelerin dışında asla bir makine kullanmıyorlardır…
***
Aklıma yerli malı haftası geldi…
Her yıl 12-18 Aralık’ta kutlanan Yerli Malı Haftası şimdilerde kutlanmıyor, sadece “önemli gün ve haftalar” listesinde kendisine yer bulabiliyor.
İlkokuldaydık…
Yılda bir kez “Yerli malı Haftası” kutlar, o gün için evimizde olan “yerli malı” ürünleri çantamıza tıkıştırarak okulun yolunu tutar, “Yerli Malı Haftası”nın kutlanacağı ders saatindeyse sıraların üzerine dizerdik…
Elbette hepsi yerliydi…
Elması yerli, mandalinası yerli, portakalı yerliydi. O zamanlar muz almaya paramız yetmiyordu ama zaten Çikita muz da ülkemize gelmemişti…
Fındık yerliydi, badem yerli, fıstık yerli…
GDO’lu ürünleri bilmiyor, serada büyütülen “şişirme” ürünlerle de henüz tanışmıyorduk ve doğal olarak da hem yerli hem doğal ürünler tüketiyorduk…
Meşrubat elbette içiyorduk ama o zamanlar yerli gazozlarımız vardı. Her memleketin ilkel de olsa tesislerinde üretilen meyve suları vardı…
Buna rağmen de “ayran” ve “süt” bizim temel içeceğimizdi ve hepten yerliydi.
Sonra iş cıvımaya başladı…
Yerli Malı Haftası’na çikita muzlarla gidildi, adını okumaya zorlandığımız kekler, pastalar getirildi, üstüne de pepsi, coca cola içildi.
Her yıl “Yerli Malı, Yurdun Malı, Onu Herkes Kullanmalı” diyenlerin işletmeleri yabancı isimlerle süslendi, evlerinin her bir yanında ithal ürünler boy gösterdi…
Elbette kapalı kutu olmamalıydık, dışa açılmalı, dışarıdan da ürün almalıydık. Demir perde ülkesi değildik ki, insanlar damak zevkine göre dilediği gıdayı tüketmeli, dilediği ürünü kullanabilmeliydi…
Ama bu aynı zamanda bir samimiyetsizlik göstergesiydi de…
Hem “yerli malı” kullanmayı önereceksin, bunun için günler, haftalar tahsis edecek, eline mikrofonu alanı konuşturacaksın, sonra da ikiyüzlü bir şekilde yabancı ürünlerin kalitesinden, tadından, fiyatından bahsedeceksin…
Bu iş çok sırıtmaya başlayınca “Yerli Malı Haftası” nostaljik bir gün olarak hafızalarda kaldı.
Çünkü artık kırtasiye malzememiz de dışarıdandı ve biz başka ülkelere göbek bağıyla bağlıydık…
Olsun, belki onlarda bizim ürünü kullanır…
“Tıkır tıkır” işleyen makinelerimizi alır, kıtır kıtır yenen gıdalarımızla beslenir, şıkır şıkır parlayan kumaşlarımızla giyinirlerdi…
Olur mu olurdu?
Ama önce biz inanmalıydık…
Avlunun otunun acı olmadığını dünya âleme göstermeliydik…
İşte işadamlarımız bunu yapmaya çalışıyor…
Geçiyorlar ekranların karşısına, Türkiye’de üretilen makinelerin tıkır tıkır işlediğini söylüyorlar.
Ama samimiyet yok…
Sırıtıyor…
Nedendir bilmiyorum hiç inandırıcı değiller…
Belki de gerçekten ülkemizde üretilen makineleri tesislerinde kullanıyor, yürekten gelen o sözleri söylüyorlardır.
Ama nedendir bilinmez, ben çekimden hemen sonra parmaklarının arasına hangi sigarayı aldıklarını, kadehlerine ne doldurduklarını, ne yediklerini, üzerindeki kıyafetlerin hangi marka olduğunu, bindikleri aracın nereden geldiği gibi konuları düşünüyor ve inanamıyorum…
Hatta o stüdyoyu, çekimi yapan kamerayı, montaj masasını, kurguyu.. hasılı “tıkır tıkır” denen mekandaki ülkemin ürünlerini de düşünüyorum…
Belki de ben samimiyetsiz buluyorum…
Siz, siz olun ülkemizde üretilen makineleri kullanın, tıkır tıkır hem de…
***
Son bir not; Keşke diyorum, sanayicilerimiz bir de ülkenin huzur ve barışı için, daha çok demokrasi, daha çok insan hakları için ve elbette daha çok istihdam, daha çok yatırım için ekranların karşısına geçseler, bugüne kadar ihmal edilen bölgelerde yatırım yapacaklarını yüreklice dillendirseler…
Bu kampanya daha çok tutar ve daha çok güven verir, öyle değil mi?
Naif Karabatak
18 Aralık 2009
- Genel
- Edebiyat
- __Şiirler
- __Öykü
- __Kitap
- __Mizah
- __Bilim Kurgu
- Makaleler
- __Günlük
- __Denemeler
- __Gazete
- __Köşe Yazıları
- Kültür Sanat
- __Sinema
- __Tiyatro
- Özel Günler
- __23 Nisan
- __Kadınlar günü
- __Anneler günü
- __Babalar günü
- __Sevgililer günü
- __Öğretmenler günü
- Kampanya vs.
- __Anket
- _Röportaj
- _Günün konusu
- _Günün sorusu
- Seyahat
- _Gezi
- _Tatil
- _Fotoğraf
- Spor
- _Yarışma
- Sağlık
- _Yemek
1 Yorumlar