Bırakın sloganları, bırakın lanetlemeyi, bırakın kınamayı; bu kanı durdurmak için sadece bir saniyelik nefesiniz varsa harcayın ve öte dünyaya “ben görevimi yaptım” diye huzur içerisinde gidin. Tarih sizi “kan akıtan” değil, “kan durduran” olarak ansın…
***
Yaklaşık 30 yıldır klişe haline gelen ama bir türlü gerçekleşmeyen dileklerden birisi de “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” taahhüdüdür. “Şehitlerimizin kanları yerde kalmayacak” da bu klişe laflardan bir diğeri.
Ya “Şehitler ölmez, vatan bölünmez” sloganına ne demeli; şehitler ölüyor, vatan fiziki olarak değilse de insanların kamplaşması, ayrışması veya ötelenmesi nedeniyle bölünüyor…
Sadece bunlar değil elbet, “hain saldırı”yı lanetleyen, “katillere haddinin bildirileceği”ni söyleyen kaçıncı bakan, kaçıncı başbakan veya cumhurbaşkanı gördüğümüzü de unutmaya başladık.
Buna askeri ve yerel yöneticileri de eklerseniz “had bildirme”nin çapı ülke geneline yayılacaktır.
Ancak şehitler ülke geneline yayılmıyor, ateş düştüğü yeri yakıyor ve nasıl oluyorsa hep aynı bölge insanları hayatını kaybediyor, bir o yandan, bir bu yandan ama kesin olansa ateş sadece düştüğü yeri yakıyor.
Önceki gün Tokat’tan 7 şehit haberi geldi…
Uzun zamandır şehit haberi duymadığımız için epey sarsıcı bir haber oldu.
Şehit haberine sevinen oldu mu çok merak ediyorum, hani elinden oyuncağı alınmış gibi bas bas bağıran, demokratik açılımı istemeyen, kan akmasını, savaşın devam etmesini, her gün yeni şehitler gelmesini arzularcasına ve çılgınca bağıranlar dün sevindi mi?
Belki de Adana’dan Harun Aslanbay, Adıyaman’dan Onur Boztemir, Ordu’dan Kemal Pide, Giresun’dan Cengiz Sarıbaş, ve Hatay’dan Fatih Yonca’nın hain saldırıda yaşamını kaybedip, şahadet mertebesine ulaştığını duyunca sevinen başka hainler de olmuştur.
“Ölüme sevinen mi olur?” demeyin, öyle bir olur ki, 30 yıldır akan kanı durdurmak için kılını kıpırdatmayanların dille değil, davranışlarıyla böyle sonucu bekledikleri, özledikleri, hatta hararetle arzuladıkları gerçeğiyle karşılaşırız.
Demokratik açılımla esas hedeflenen “analar ağlamasın”dı…
Yeni şehitler olmayacak, kandırılan gençler dağa çıkmayacak, dağa çıkanlar inecek, herkesin doğuştan gelen demokratik hakları verilecek, insanlar farklılıklarıyla bir arada yaşayabileceklerini görecek ve ülke enerjisini çok daha farklı alanlara kanalize edecekti…
Teröre kaynak aktarılmayınca yatırım olacak, işsizlik önlenecek, yoksulluğun beli kırılacaktı.
Bu ülke için iyi bir şeydi ama “kan üzerinden siyaset yapan” veya “makamını kana borçlu” olanlarca istenmemesi mümkündü.
Nitekim yaşadığımız süreç bunu gösteriyor.
Demokratik açılımın yüzlerde tebessüm oluşturduğu bir zamanda her şey birden bire tersine dönüyor ve bir biri ardına süreci baltalayacak adımlar bilinçli olarak atılıyor.
Bakıyorsunuz süreç, İmralı’da 17 santime kurban edilmek isteniyor. Koca bir adayı bir kişiye tahsis etmişsiniz, milyarlarca lira harcayarak özel hapishane yapmışsınız ama birkaç santimi bir yana bırakın onlarca metre fazla olup olmamasını ince eleyip sık dokuyorsunuz.
Birden bire ülkenin birçok kentinde provokasyona yenik düşen yığınlar orta yere dökülüyor, askere, polise taş atıyor, ortalık savaş alanına dönüyor.
Ve yıllardır parti kapatmayı zorlaştırmayan iktidarlar yüzünden bir kapatma davası daha DTP’nin kapısını zorluyor…
Bir yanda sokağa taşan olaylar, bir yandan 17 santimlik koğuş hesabı, bir yandan kapatma, bir yandan süreci sabote etme çalışmaları ve ardından gelen hain saldırı, yaşamını kaybeden Mehmetçiklerimiz ve yine “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” söylemleri, “hain saldırıyı” kınamalar, “kanın yerde kalmayacağı”nı söylemeler ve tabii ki “şehitler ölmez, vatan bölünmez” sloganları…
Bugünü düne benzetmek isteyenler her zaman galip gelmemeli…
Dünü bir yana bırakıp, ülkenin daha çağdaş, daha modern, daha demokratik bir ülke haline gelmesini kim neden önlemeye çalışıyor iyi tahlil etmek gerekir.
Şehitler gelmeyince koltuğu sallananların keyfi gelsin diye hiç kimse evladını kurban vermek istemez.
Çözümü varsa, çözülmeli…
Sorun varsa çözümün de olduğu bilinmeli…
Ve bazen “içiniz kan ağlasa” da bazı durumlara “evet” deme büyüklüğü gösterebilmelisiniz.
Her iki kesim içinde bu böyle…
Hiçbir pazarlıkta “mutlak kazanma” olmayacağına göre “ortak kazanma”yla demokratik açılım çok daha farklı yerlere gidebilir.
Analar artık ağlamaz…
Fidan gibi gençlerimizi kaybetmeyiz…
Şehitlere gözyaşı dökmeyi unutur, onların hayattaki başarılarını konuşuruz…
Dağa çıkan, kandırılan, kendi ülkesine ve kendi milletine düşman olanların ülke için “iyi şeyler” yaptığına tanıklık bile edebiliriz. Kimi iş yaşamında, kimi eğitimde güzel yerlere gelebilir.Hayal değil, olur mu olur ama olursa güzel olur…
Ve o zaman “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diye ardımıza bakar, nostaljik iç geçirmeyle kötü günlerin geride kaldığı için şükrederiz…
Yoksa da “bu kan yerde kalmayacak” türü “içi doldurulamayan” söylemleri çok uzun yıllar söylemeye devam eder, “her şeyin eskisi gibi olması için” kıvranıp duranların kâr hanesine birer çentik daha atarız.
Ama o çentikler bütün bir milletin de yüreğini dağlıyor.
Tıpkı yedi askerimizin yüreğimizi dağladığı gibi…
Naif Karabatak
9 Aralık 2009
- Genel
- Edebiyat
- __Şiirler
- __Öykü
- __Kitap
- __Mizah
- __Bilim Kurgu
- Makaleler
- __Günlük
- __Denemeler
- __Gazete
- __Köşe Yazıları
- Kültür Sanat
- __Sinema
- __Tiyatro
- Özel Günler
- __23 Nisan
- __Kadınlar günü
- __Anneler günü
- __Babalar günü
- __Sevgililer günü
- __Öğretmenler günü
- Kampanya vs.
- __Anket
- _Röportaj
- _Günün konusu
- _Günün sorusu
- Seyahat
- _Gezi
- _Tatil
- _Fotoğraf
- Spor
- _Yarışma
- Sağlık
- _Yemek
1 Yorumlar
saygılar...