Film çok güzel dile getirmişti anlatılmak isteneni.
Her film güzel olmaz, bir romandan aktarıldığında. Bazen karakterleri yetersiz bulursunuz, bazen film haline getirilirken kırpılmış bölümlerin eksikliğini hissedersiniz, bazen senaristler berbat eder hikayeyi, bazen yönetmenler, bazen oyuncular, bazen de hepsi birden.
Örnek çoktur buna. “Dr.Jivago” mesela iyi bir örnektir. Boris Pasternak’ın romanından 1965 de beyaz perdeye geçirilen bu film, başrollerde Omar Sheriff ve Julie Christi ile 1966 da birçok Oscar ile ödüllendirilmiş ve seyircinin hafızasında unutulmayacak bir yer edinmiştir. 2002 de televizyon için uygulanan ve başrollerini Keira Kneightley ve Hans Matheson’un canlandırdıkları bir versiyonu daha var hikayenin.
Kötü yapılmış film uyarlaması örneği olarak da yine geçenlerde izlediğim “Onegin” isimli yapıtı gösterebilirim. Rus Şairi Alexander Puşkin’ in “Jewgeni Onegin” adlı eserinden aktarılmış İngiliz yapımı filmi, genç aktrist Liv Tyler’ ın kendine has güzelliği ve etkileyici oyunu bile kurtaramamış. Bunda rejiyi yürüten Martha Fiennes’ın mi, yoksa Onegin’i canlandıran Ralph Fiennes’in mi daha fazla rolü olduğu, seyirci için cevapsız bir soru olarak kalıyor filmin bitiminde. Özellikle seyirciye ümitsiz aşığı vermesinin gerektiği sahnelerde, sadece, biraz önce esaslı bir dayaktan geçirilmiş birinin bakışlarıyla kameraya bakıyor olması, eserin ana temasını teğet geçerek, film için harcanmış diğer bütün emeklerin ve yaratılmak istenen illüzyonun, rüzgara kapılmış duman gibi dağılıvermesinden başka bir işe yaramıyor.
Romandan beyaz perdeye iyi uyarlanmış olanlar listesine alınması gereken bir örnek daha gösterildi geçenlerde televizyonda. Jane Austen’ ın “Pride and Prejudice” (Gurur ve Önyargı) adlı romanından aktarılan, BBC’nin imzasını taşıyan film.
Filmin baş karakteri olan Elizabeth Bennet’i, tarih ve kostüm filmleri için biçilmiş kaftan olan genç aktrist Keira Kneightley canlandırıyor. Yapımcı ve yönetmenler de genç yıldızın bu özelliğinin farkındalar herhalde ki, Kneightley’i üstüste bu tarz filmlerde izliyoruz. Bennet’in sevgilisi Mr. Darcy’yi canlandıran Matthew Macfadyen de çok iyi bir seçim.
Jane Austen 1775- 1817 yıllarında yaşamış bir İngiliz yazarı. Sekiz çocuklu bir ailenin iki kızından biri. Kırsal kesimde yaşayan “Gentry” adı verilen burjuva tabakasından olan aile, Jane’in küçük yaşından itibaren edebiyatla ilgilenmesini sağlıyor. Jane “Gurur ve Önyargı”yı yirmili yaşlarda iken yazıyor. Ama tanınmış bir yazar olması çok daha sonraları. Hatta romanları basılıp okunurken bile kendi adını kullanmıyor, imzasını “by a lady” (Bir kadın tarafından) diye atıyor. Yazarın o olduğu yalnızca bir dedikodu halinde ortalıkta dolaşıyor. Bunun sebebi de, Jane Austen’ın kadın cinsine mensup olması ve o devir İngiltere’sinde kadınların böyle şeyler yapmasının “caiz” olmaması.
Austen, “Gurur ve Önyargı”dan başka ilk yazdığı romanları olan “Sense and Sensibility” (Akıl ve Duygusallık) ve “Northanger Abbey” (Northang Manastırı) adlı eserlerinde, hemen hep ayni konuyu işlemiş ve kadınların o günkü toplum içindeki konumunu, mizahi bir dille ele almış. Olgun zamanlarının ürünleri olan “Mansfield’s Park” “Emma” ve “Persuasion” (İkna) da da konular farklı değil. “Gentry” tabakasına ait olan ailelerin ve bu ailelerin kızlarının tek bir hedefi var: Toplum açısından seviyelerine uygun, mali açıdan aileye faydası dokunacak bir koca bulabilmek! Bu hedef için aile ve kızlar var güçleriyle çalışırken, kızlar çok defa sevgi ve aşk hayallerini, ömürlerini gönüllerinin istediği bir adamla geçirebilmek umutlarını, toplumsal kurallara kurban etmek zorunda kalmaktadırlar. Tesadüfen bu unsurların hepsi bir araya gelmişse, yani hem varlıklı, hem uygun seviyede hem de kızın kalbini çalan bir genç varsa ortalıkta, o zaman da aşılması, bükülmesi, alt edilmesi gereken başka birçok toplum kuralının yüzyıllardır insanların kafalarına ya da duygu dünyalarına yerleştirdiği, yanlış kanılar dikilmektedir sevenlerin karşısına.
Bu konuların ve benzerlerinin, bugünkü dünyamızın çeşitli bölgelerindeki toplumlarda –Türkiye dahil- halen taptaze biçimde geçerliliğini koruduğu düşünülecek olursa, Jane Austen’ın günümüzde sürmekte olan başarısının ve romanlarının ardarda filme çekilmesindeki sebeplerin de sırrı çözülebilir.
Austen’ın diğer romanlarında da görülen otobiyografik unsurlar, “Gurur ve Önyargı”da da mevcut. Roman kahramanı Elizabeth, Jane gibi çok çocuklu bir “Gentry” ailesinin kızı. Austen,ın kendi hayatından farklı olarak, Elizabeth’in kardeşlerinin hepsi kız. Toplumdaki birçok kadının kaderini anlatabilmek için akıllıca bir değişiklik.
Esaslı bir başka fark da, Elizabeth sonuçta istediklerine kavuşmakta ama Jane asıl yaşamındaki çok sevdiği nişanlısından, toplumsal etkenlerin dayatması sonucu ayrılmakta ve hayat boyu da bekar kalmaktadır. İçinde yaşadığı topluma kendisini bir kadın yazar olarak da ancak senelerden ve birçok zorluklardan sonra kabul ettirebilmiştir.
Romanda, Elizabeth’in annesinin bütün arzusu kızlarını sosyal seviyelerine uygun şekilde kocaya verebilmek ve bu arada ailenin parasal durumunu da garantiye alabilmektir. Bulundukları yere komşu olarak genç asilzade Bingley taşınınca, annenin umutları yükselir. Bingley kızlarından Jane ile ilgilenmiştir. Bingley ile oraya gelen arkadaşı, asilzade Mr. Darcy ise, hem daha zengin hem de daha gururludur. Kimseyle ilgilenmeye tenezzül etmez, “Gentry” kızlarını aşağı görür ve bunu da belli etmekten çekinmez. Birlikte katıldıkları baloda, Elizabeth ve Darcy, birbirlerine derhal aşık oldukları halde, Darcy’nin önyargıları ve gururu, Elizabeth’in de onun kaba davranışları karşısında duyduğu hayal kırıklığı ve bundan doğan kızgınlığı, ikisinin de bu gerçeği açıkça görmelerini engeller.
Bingley ile Jane’in evliliğe giden ilişkileri, Bingley’in aniden Londra’ya dönüşü ile karaya oturur. Elizabeth bu değişikliğin arkasında, arkadaşını Jane’in ailesi hakkında olumsuz yönde etkileyen Mr. Darcy’nin bulunduğunu öğrenir. Tam o sıralarda ortaya çıkan ve Elizabeth’in dikkatini çeken genç subay Mr. Wickham da, Darcy hakkında son derecede olumsuz şeyler anlatınca, Elizabeth, Darcy’den adeta nefret etmeye başlar. Wickham, Darcy’nin entrikalarla kendisini bir servetten ettiğini anlatmıştır. Bu arada Elizabeth’e duyduğu aşkın farkına varan Darcy, ona aniden evlenme teklif eder, ama onun hakkında artık çok kötü kanaatleri olan genç kız, duygularını bastırıp, bu teklifi reddeder. Darcy kırılarak, geri çekilir.
Elizabeth’in küçük kız kardeşlerinden Lydya, aslında serseri ruhlu birisi olan Wickham ile kaçınca, felaket tamamlanmış olur. Jane’in evlenme hayalleri suya düşmüş, Lydya’nın kaçışı tüm ailenin şerefini ve diğer kızların evlenme şanslarını yerle bir etmiştir. Nihayet Darcy harekete geçip, Wickham’ın asıl karakterini bir mektupla Elizabeth’e açıklar, çünkü aslında Darcy’nin kendisine sağladığı serveti kumarda çarçur etmiş olan Wickham’dır. Darcy kaçakları takibettirip bulur ve evlenmelerini sağlar, dahası arkadaşı Bingley’i Jane’le evlenmeye ikna eder. Elizabeth bütün bunları öğrendiğinde, o zamana kadar Darcy hakkında yanlış düşünerek, boşuna duygularına gem vurmaya çalıştığını anlar.
Bu arada Darcy’nin teyzesi Lady Catherine’in, ikisinin birleşmemesi için çevirdiği dolaplar da ortaya çıkınca, iki sevgili kendilerini birbirlerinin kollarında bulurlar. Herkes için “Happy End”!
Filmin en güzel olan yanlarından biri, o günlerin İngiltere’sinin toplum kritiğini, Austen’ın akıcı ve mizahi anlatımıyla veriyor oluşunun yanısıra, hikayenin başından sonuna kadar havada asılı duran tutkulu bir aşkın tüm gerilimini, her sahnede, düşürmeden, bozmadan nakletmeyi başarmış olması. Bu aşkın; bütün aksine davranışlarına ve konuşmalarına rağmen, iki aşığın tüm hareketlerine, sözlerine, bakışlarına tamamen yansıtılmış olması ve bunun seyirciye, ikisinin sahnelerinde devamlı havada uçuşan sessiz kıvılcımlar tadında kuvvetle aksettirilmiş olması.
Hem oyuncuları, hem de rejisör Joe Wright’ ı kutlamak gerek.
0 Yorumlar