Banner

Kerbela

Dün akşam, Çayyolu’nda müzikal olarak sahnelenen Kerbela’yı izledim. Tam bir şiir, müzik, renk ve efekt şöleniydi…

Duman ve özellikle ışık efektleriyle sağlanan atmosferi açıkçası anlatmak yetmeyecek, görüp sahnenin bir parçası olmak lazım. Özellikle bir sahnede ışık, ışık değildi artık; İslamiyet’in yüklediği derinlikle, tam anlamıyla “nur”du. Hz.Ali’nin cenazesi başında oğulları Hasan ve Hüseyin vardı. Efektle sağlanan uhrevî bir sahnede, ölüyü almaya gelen kostümüyle farklı, yüzü peçeli –meleklerden biri canlandırılmış diye geçti içimden- sese karşı durulunca, birden tüm sahne, hatta bizi de içine alacak biçimde salon, yeşil bir ışık koridoruna dönüştü. Uzun tutulan sahne boyunca ben görüntüye yabancılaşıp efektin kaynağını anlamaya çalıştım; ama, tüm ortam aynı ışıkla dolduğu için fark edemedim. Çok hoştu, şiir gibi… (Işık tasarımı: Yakup Çartık)


Dekor ve kostüm renklerinin hiçbiri tesadüfî değildi. Çok da etkileyiciydi. Ölümün ve galiba ihanetin de rengiyle, Kûfe halkı siyahtı. Muaviye sarayı ve askerleri rengârenkti. Kerbela için, özellikle Hüseyin ve çevresindekilerin susuzluktan kıvrandıkları bölümde, çöl güneşinin kavurucu sıcağına bir göndermeyle, sarı ve ışıkların yansımalarıyla parlayan metrelerce kumaşın akışıyla sağlanan bir görüntü oluşturulmuştu. Dansçıların kostümü genelde beyazdı; yer yer ışık demetleriyle farklı tonlara geçildi. Hasan ve Hüseyin’in başlarındaki örtüler, alevî resimlerinden bildik yeşil tondaydı. Kerbelâ çadırı simsiyahtı; onları ölüm kıskacına alan askerlerin rengi ise kankırmızıydı… (Dekor tasarımı: Murat Gülmez; giysi tasarımı: Hale Eren)

Üç saati aşan bir oyun süresi vardı… Genelde bu kadar uzayınca sıkılırım; bu kez hiç sıkılmadım.

İki eleştirim var:

1. Hasan-Hüseyin cephesi, ne kadar trajikse, Muaviye sahnesi de aksine, o kadar komik bir düzlemde verilmişti. Gereksizdi. Bence, Muaviye ve devamında gelen “kötü”lerin sahnelerindeki komedi, oyunun genel ağırlığında çok çok hafif kalıyordu. Oyuncular da zorlamış sanki… Çocuk oyunlarındaki abartılı güldürme sahneleri gibi…

2. Şiir ve müziğin sık aralıklarla birbirini kestiği ilk sahnelerde, bu kesmelere hiç gerek yoktu; çok “teatral” geldi… Kadı kızı kusuru kabilinden olsun bunlar da… Çünkü, iyi kotarılmış, belli ki çok özenilmiş, çok emek verilmiş, kalabalık kadrolu bir müzikal bu…

Ankara Devlet Tiyatrosu’nun Kerbela oyunuyla ilgili bülteninde, konu özeti: “Kerbela”, İslamiyetlin kuruluşunda var olan demokratik öğelerin yok edilmesine, Hilafetin saltanatlaşıp Doğu’nun klasik devlet yapılanmasına (nemrutlaşmasına ) ve şeriatın bu saltanat-devlet anlayışının resmi doktrini haline gelmesine, din kisvesi arkasında, inançların yerini çıkarların almasına duyulan tepkinin ve direnişin öyküsüdür.”

Konu kaynaklı, tümceleri rahatlıkla günümüz için yeniden yorumlanabilecek ya da günümüzle doğrudan ilişkilendirilebilecek vurgularla, yargılarla dolu metnin yazarı Ali Berktay.

(Oyunda minik bir sürpriz: Hüseyin’e ulaşan sesler arasında, ta 16.yyıldan Fuzulî de vardı…)

İyi ki izledim…

Not: Bu yazıyı daha önce kendi sitemde yayınladığımda güzel bir eleştiri-yorum aldım. Orada, kötü karakterlerin taziyelerde özellikle komik oynandığı belirtiliyordu. Ben de öğrenmiş oldum. Ayrıca yönetmen Ayşe Emel Mesçi'nin de adının geçmesi gerektiği belirtilmişti. Katılıyorum.

Yorum Gönder

0 Yorumlar