Klasik taşınma seramonisi başladı yine. Başka evlerde olsa taşınmanın getirdiği bir gerginlik ya da karmaşa yaşanabilir ama söz konusu olan bizim ev olunca her şey çok doğal, kendi rutininde yürümekte. Yapılacaklar belli çünkü: Önce kutular bulundu, koridora sıralandı. Bol miktarda koli bantı, gazete ve bord marker kalem temin edildi. Alışıldığı üzere kutulama işine önce mutfaktan başlandı. Kap kacak ele geçen ne varsa gazetelere sarıldı; tek tek özenle kutulara yerleştirildi. Her kutunun üzerine büyük harflerle “dikkat kırılacak” yazıldı, sonuna bolca ünlem konuldu, kutulara isimler verildi: mutfak, banyo, salon…
Yaşadığım evler içinde hatırlayamadıklarım da oldu unutamadıklarımda. Her nedense bilinçaltı bu tür zamanlarda o unutulamayan evlerden birini resimliyor birer birer. Yine öyle oldu.
Unutamadığım ev deyince ilk ve hemen aklıma gelen çocukluğuma dair Girne’deki evimizdir. 1979 yılıydı, ilkokula gidiyordum. Yaşıtlarım Türkiye’de beşinci sınıfa giderken, ben altıncı sınıfa başlamıştım çünkü eğitim sistemi Kıbrıs’ta altı yıllıktı. Etrafımızda gördüğümüz her şey çok farklıydı. Sanki Avrupa’nın bir şehrindeydik; o kadar bize yabancıydı. İlk defa yurtdışına çıkış, ilk defa uçağa biniş, ilk defa İngilizce eğitim ve daha bir sürü ilk...
Rumlardan kalma bir oteli lojmana çevirmişlerdi. Beş katlı birbirine bitişik iki bina. Biz B blok dördüncü kat 10 numaralı dairede oturuyorduk. Evin hala unutamadığım muhteşem bir kokusu vardı; kokuyu hatırlayabilmem çok ilginç ama neye benzediğini tarif etmem çok zor. Ev eşyalıydı; eşyalar azdı ama bir aileye yetecek kadar da her şey düşünülmüştü. Üç oda bir salon olmasına rağmen oldukça büyük bir evdi. Eve girerken ayakkabılarımızı çıkarmazdık; ne hikmetse hiç kirlenmezdi. Yazlar Kıbrıs’ta çok sıcak olduğu için yataklarımız cibinlikliydi. Lojmanın hemen önünde büyük bir yüzme havuzu, havuzun arkasında da masmavi bir deniz vardı. Biz daha çok havuza giriyorduk çünkü deniz hem çok kayalık hem de çok dalgalıydı. Havuz özellikle biz çocuklar için çok eğlenceliydi. Yaz geliyorum der demez havuzun temizlenme işlemi başlardı ve tüm çocuklar kendimizi boş havuzun içine atardık. Boş bir havuzda da tıpkı dolusundaki kadar eğlenirdik. Tabi ben dahil tüm çocukların çok iyi birer yüzücü olmasında bu havuzun önemli bir payı vardır.
Mutfak evin en güzel yerlerindendi. “Bulaşık yıkamanın bu kadar zevkli olduğu bir başka ev, bir başka mutfak görmedim” derdi annem sürekli. Çünkü evyenin önünde bir pencere ve arkasında da muhteşem bir deniz manzarası vardı. O zamanlar bulaşık makinesi henüz icat edilmediği için bulaşıkları annem hep kendisi yıkardı. Bulaşık yıkamaktan keyif alan bir anneyi seyretmek de kendi payıma çok zevkli bir işti.
Evin kocaman üç tane balkonu vardı; ön balkon havuza ve denize; arka balkonlar ise sıra sıra dizili muz bahçelerine bakıyordu. Balkon kapılarının tamamı cam sürgülüydü; cam oluşu nedeniyle özellikle temizlik yapıldıktan sonra büyük tehlike yaratıyordu. Hatta bir defasında komşulardan birinin balkon demirinden sarkan çocuğunu tutmak için koşması sonucu balkon camını tuzla buza çevirmesi herkesi çok korkutmuştu. O günden sonra lojman yönetimi balkon kapılarına resimler yapıştırılmasını istemişti. Balkon uzun yaz akşamlarının en keyifli yerlerinden biriydi de. Bu keyifli anları daha da ölümsüzleştiren bir kişi daha vardı: Nihat Amca. Babamın ısrarlarıyla bazı akşamlar yemekten sonra trompetini alır, havuzun başında bizlere güzel bir müzik keyfi yaşatırdı.
Çocukluğuma dair hatırladığım başka evler de var ama hiçbir ev beni Girne Karaoğlanoğlu’ndaki evimiz kadar mutlu etmedi.
Aslında amacım sizlere yeni taşınacağım evi anlatmaktı ama demek ki daha hikayesi oluşmamış bir evin anlatacak da bir şeyi olmuyor.
16 Temmuz 2003-Eskişehir
16 Temmuz 2003-Eskişehir
0 Yorumlar