Banner

OLAY KÜÇÜK OYUN BÜYÜK



Bildiğiniz gibi geçen gün Fenerbahçe otobüsü 5-1 kazandıkları Çay Kur Rizespor maçından sonra dönüş yolunda şoförün hedef alındığı bir silahlı saldırıya uğradı. Bakıldığında gayet basit, 3 Temmuz 2011 Fetenyahu cemaatinin yargı, emniyet ve medya çevrelerine yerleştirilen elemanlarının kurguladığı kumpas sonucu Fenerbahçe’ye kızan bir Trabzon spor taraftarının kendi başına yaptığı bir saldırı gibi görünüyor.

Bu kumpas öyle bir kumpas ki, her şey sonradan ortaya çıkmış ve daha çıkacak olsa da; Siyonist ve Neocon ağabeylerinin desteğiyle Fenerbahçe’ye ve kendilerine 50 milyon dolar himmet vermeyi kabul etmeyen başkanına haddini bildirmek için 3 yıl UEFA ya gitmesine engel olmuştur. 50 milyon dolar olayını Galatasaray başkanı Duygun Yersuvat beyin medya önünde söylediğini de ifade edelim.
Ancak bizim de tahminimiz o dur ki; bu saldırı öyle basit kişisel bir saldırı değildir. Hedef iki güzide kulübümüz olan Fenerbahçe ve Trabzon taraftarlarını kışkırtarak seçim öncesi ülkenin huzurunu bozmaktır. Şimdi birilerinin de Trabzon otobüsüne saldırmasını teşvik ederler, birileri yapmaz ise birilerinin adına bunu onlar seve seve yaparlar.

Netice olarak bildiğimiz kesin bir şey var. O da ülkemizin huzurunu bozmak için, halkının gönlünü fethetmiş olan iktidarının bertaraf edilmesi için, bertaraf edilemiyorsa hiç olmaz ise gücünün zayıflatılması için oyun üstüne oyun kurarlar.

Ülkeyi yönetilemiyor gibi göstermek ve siyasi istikrarını bozmak ve tarihini yeniden hatırlayıp geleceğe şahlanışını durdurmak için; yalanlarla, iftiralarla, şantaj ve montaj kasetlerle hizaya getiremedikleri iktidarı halkın gözünden düşürmek için ülke çapında elektrik santrallerine veya iletim hatlarına sabotaj yaparlar.

Kendileri Yalova da benzeri yerlerde onlarca ağacı keserken görmezler ama Gezi parkında 3 adet ağacın yeri değişecek diye ortalığı birbirine katan Vandallığı yaparlar. Organize bir şekilde dünyadaki vahşete ve zulümlere bağlı oldukları mason ve neocon dernekleri kızmasın diye ses edememek bir yana, onların zulmettiği mazlumlara yardım götüren tırları durdururlar. Zulm eden İsrail Siyonist devletine ses etmek şöyle dursun, Filistin’e gıda ilaç yardımı götüren İHH Derneğinin yardım götürmek amacıyla yola çıkan Mavi Marmara gemisini ve onu gönderdiğini düşündükleri kimseleri suçlarlar. İsrail Terör devletinden izin alınmadan yola çıkılmasını suçlu bulurlar. Sonra da gece saatlerinde Allahın kitabını öğrenmekten ve iki dünya saadeti temin için ilim tahsil etmekten başka hiç bir düşüncesi olmayan çocukların uykusunu bölerek beddua ve lanet seansları düzenlerler.
Emniyete saldırarak, Ak Parti binasına saldırı yaparak amatör liglerdeki maçlarda yenilen takımların taraftarlarını kışkırtarak önlerinden yürüyerek halkı birbirine koymak isterler. Zaten medyadaki haberlerde benim gördüklerimi sizde görüyorsunuz; onun için yapıyorlar demiyorum.

2013 yılında meydana gelen Berfin Elvan olayında iki ay öncesine kadar bir adım bile yol alamamış olan önceki savcıyı es geçip, daha iki ay önce getirildiği bu görevde büyük yol almış olan Mehmet Selim Kiraz’ın ortaya çıkardığı gerçekleri gizlemek isteyebilirler.  Ve böylece Türkiye’nin en büyük adalet sarayının korunamadığını göstermek suretiyle infial ve korku yaratmak isteyebilirler. Aksi olsa savcıyı Uğur Mumcu ve diğerleri gibi dışarıda da öldürebilirlerdi. İçerdeki savcının zor durumdaki görüntülerini medyaya servis etmelerindeki maksadın; ses getirmek ve infial yaratmak olduğu anlaşılıyor.

On sezonu aşkın yayın hayatında olan Kurtlar Vadisi Dizisi de birçok şeyi gözler önüne seriyor. Hangi suikastlar kimler tarafından hangi amaçlarla işleniyor. Bizim sandığımız istihbarat ve güvenlik güçlerimizin yabancı istihbarat servislerinin emellerine hizmet eder şekilde nasıl satın alınıp kullanıldığını gözler önüne seriyor. Tabi satın alınamayan, diz çöktürüp, ihanet ettiremediklerinin ise Türkiye Devletimizin geleceğini nasıl inşa ettiğinin kareleri gösteriliyor. Bu dizinin bu yıl ihanet şebekesinin medya ayaklarından biri olan Doğan Holdingin kanalında olması bize dizinin konseptini etkilediğini düşündürmüyor değil.

TRT televizyonunun yaptığı tarihi dizileri seyrediyoruz. Sakarya Fırat, Kızıl Elma gibi dizilerden sonra birbiri ardına müthiş diziler. O bahsettiğimiz zevatlar ve avenesi bunları sevmezler, seyretmezler, yıllardır uyguladıkları ihanet taktiklerini gün yüzüne çıkardığı için bu tür filmleri çeken, oynayan ve yayınlayanlara düşmanlık beslerler. Bu müthiş dizleri dile getirecek olursak onlar; Filinta Mustafa, Diriliş Ertuğrul, Milat, hatta Seksenler de bunlara dâhil edilebilir.

Filinta Mustafa dizisinde Osmanlı devletini çökertmek,  bir banka bile kurmasının önüne geçmek, kurulsa bile onu kendi avenelerinin kurmasını ve Osmanlının parasını yönetmek ve takip etmek için çevrilen dolaplar. İhanetler, ölümler, öldürmeler, tuzaklar ve tabii ki Hakk’ın adaletinin tecellisi için, ülkesinin menfaati için, ihanet şebekesinin satın alamadığı Osmanlı askerlerinin mücadelesi konu ediliyor.

Diriliş Ertuğrul dizisinde Kayı Türk obasının kurak yurtlarını bırakarak Moğolların zulmünden kaçarak yeni sulak ve yerleşime müsait yurt arayışlarının konu ediliyor. Yine burada da tıpkı günümüzde olduğu gibi, tapınakçılar ve kendi istikbal umutları için kendi halkına, kendi obasına ihanet eden Kurdoğlu emmileri ve Süleyman Şah’ın büyük oğlu Gündoğdu’nun eşi Sercan Hatun gibi kişilerle mücadelesi anlatılıyor. O gün ki Kurdoğlu tapınakçılarla iş birliği tutması ve kendi obasına tapınakçılarla birlikte tuzak kurmasıyla bu gün ki Kılıçdaroğlu, Fetenyahu cemaatinin ve diğer Gezi, şantaj, montaj ve kumpas kalkışması işbirlikçi oluşumların ülkesini İsrail başta olmak üzere diğer Avrupa ve ABD gibi ülkelerine şikâyet etmesinin ne farkı var?

O gün 1100 yıllarında Süleyman Şah’ın öncülüğünde sağduyulu Müslümanların da desteğini ve duasını alarak, oba halkıyla birlikte Allah’ın da yardımıyla Ertuğrul Gazi’nin Yeni yurdunda şahlanışını izliyoruz. Bu gün de tıpkı dün Hz Muhammed’(s.a.v.)in öncülüğünde olduğu gibi, sonra Selçuklu ve sonrasında Diriliş destanında Ertuğrul Gazi tüm engellemelere rağmen,  ihanetlere rağmen ve saldırılara rağmen Türklerin öncülüğünde İslam’ın yükselişi gerçekleşmiştir.

Çanakkale de savaşarak alamadıklarını Lozan da alma alışkanlığı olanlar ihanet şebekelerini de kullanarak gene alacaklarını sanıyorlar. Birkaç şantaj, birkaç montaj, birkaç kumpas ve birkaç suikast ile ülkemizin üzerinde Osmanlının son zamanı da dâhil 300 yıla yakın zamandır ameliyat yapma alışkanlığı olanlar hala bunu devam ettirmek istiyorlar.

‘Tarihi, tekerrür diye tarif ediyorlar. Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?’ Tarihi tekerrür eder sanıyorlar. Evet, tarih kendisinden ders alanların hatalarını bir daha tekrarlamadan korkusuzca, diklenmeden dik durarak, çalışarak ve üreterek, halklarının desteğiyle tuzakları bertaraf ederek Allah’ın adaletini hâkim kılacak şekilde, zulümleri ve sömürüleri durduracak şekilde tekerrür eder ancak.

Buda sadece; tarihte iz bırakacak şekilde işini yapan, çalışıp üreten, Türk halkının ve dünyanın hafızasına adını altın harflerle kazıyan insanlarla oluyor. İz bırakmak ise başarıyı imkânsız görmekle değil, zoru başarmakla oluyor.

Ey başarıyı imkânsız gören ihanet şebekesi! İz bırakanlarla sizin aranızda basit bir fark var. Onlar ömür boyu gayret ediyorlar, siz ömür boyu hayret ediyorsunuz. Bir de başarılarını gizlemek için yalan, iftiralar ve karalama kampanyaları düzenliyorsunuz. Bunlar da yetmezmiş gibi ülkesinin istikbalini yüceltmeye çalışanların başarısız olmaları için tuzaklar kuruyorsunuz. Sanki halkın duasına karşı sizin duanız kabul olacakmış gibi gece yarılarında bir kirli emellerinizden bihaber masum çocukları kaldırıp beddua seansları düzenliyorsunuz.

Tıpkı diriliş Ertuğrul Gazi destanında ve diğer Türk destanlarında ve kurulan 16 imparatorluk mücadelesinde olduğu gibi yine ülkem kendine güvenen kadroların elinde tüm engelleme ve tuzaklara rağmen yükselecek, dünya sahnesindeki yerini bir kez daha alacaktır. Bir zamanlar biz de millet, hem de nasıl milletmişiz. Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz.Unutmayalım ki; ''Şeytanın zaferi için gereken tek şey, iyi adamların hiç bir şey yapmamasıdır.'' Edmund Burke
''Kimseyi değiştiremezsin hayatta ve kimse için de değişmemelisin. Kimliğini kaybettiğin an yaşamını çöpe attın demektir. ''Charles Bukowski

Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak, alçak bir ölüm varsa, eminim budur ancak. Geleceği karanlık görerek, engel ve tuzakların, kirli oyunların çokluğu karşısında azmimizi yitirmeden, mazlumun yanında ve zalimin karşısında olmaya devam etmekten vazgeçmeden yolumuza devam etmek onlara karşı en güzel cevap olacaktır. Bu uğurda saldırıya uğraya biliriz. Yahudi, Hıristiyan ve onların gönüllü yaltakçılarının kuranın haber verdiği bin bir tuzaklarına maruz kalabiliriz. Hatta onlara yakalanıp esir düşebilir, akıl almadık işkencelere maruz kalabiliriz.

Mesele esir düşmekte değil, teslim olmayıp, onların istediklerini vermemektedir. İnsan bir kere ölür; onların zaten istediğini aldıktan sonra bir başka ihanet beklentisi yoksa kimi yaşattığı görülmüş.  İster yaltakçıları olsun, ister esir aldıkları düşmanları olsun. Arkada iz bırakmamak adına kundaktaki bebekleri bile öldürmüşlerdir. Onun için istediklerini yaparak sadece kendi ölümümüzü onaylamış olmakla kalmayız uğruna nice kanlar döktüğümüz Al sancağın da istikbalini zora sokmuş oluruz.

Neye hizmet ettiğimizi, kime niçin destek verdiğimizi bilmeden; Allah’ın kanununa ve adaletine engel olacak, ülkemizin ve dünya Müslümanlarının aleyhine olacak, sömürü ve zulümlerin önünü açacak işlerde bulunarak iki dünya saadetini kaybetmeyelim. Bencilliklerimizi ön plana çıkarıp bölünüp parçalanmak yerine, birlikten kuvvet doğar deyip, birlik içinde olalım.

Kazamayacağımızı bile bile küçüklerle bir araya gelerek büyük olmayı beklemek yerine küçüklerin koltuk sevdasını bırakıp en büyüğün yanında yer alması gerek. Unutmayın her zaman iki kere iki, dört etmez. Böyle durumlarda iki kere iki, gene iki, en fazla üç eder.

Aslında artık ikiyüzlüleri sevmeye başladım. Çünkü yaşadıkça yirmi yüzlü insanlar görmeye başladım.

Son olarak biz doğduğumuzda ağlardık, gülerdi el âlem. Allahın emrinde, peygamberin uyarısını hatırlayım yetmiş iki fırkaya ayrılmak yerine öyle bir yaşam sürelim ki, ölümümüz bize hande olsun. Yani ölümümüzde biz gülelim, bize olan sevgilerinden ve gidiyor olmamızın verdiği eksiklikten dolayı halk ağlasın.

Feyzullah Kırca

Yorum Gönder

0 Yorumlar