KIYAMET NE ZAMAN KOPACAK?
Kıyamet ne
zaman kopacak acaba? Siz bu sorunun yanıtını düşünürken, ben bir fıkra
anlatayım da, acı acı düşünmeyi bırakın, buruk da olsa gülün biraz.
Din dersi
öğretmeni sınıfta kıyametin kopmasını ballandıra ballandıra anlatmış:
“O gün
büyük bir fırtına kopacak, insanlar ne yapacaklarını, nereye gideceklerini
şaşıracaklar, telaşla sağa sola koşacaklar, sığınacak bir yer bulamayıp
kaderlerine razı olacaklar ama ellerinden bir şey gelmeyecek, pişmanlık
gözyaşları dökecekler” diyerek öğrencileri etki altına almak istemiş, sonra da,
“Anlamadığınız bir şey var mı?” demiş.
Bir öğrenci
ayağa kalkmış, “Söylediklerinizin çoğunu anladım da, şunu merak ediyorum,
demiş. O gün okullar tatil olacak mı?”...
Çok
kalabalık yerine “kıyamet yeri gibi” deriz.”Biri yer, biri bakar; kıyamet ondan
kopar” demiş atalarımız. Yiyen dünyaları yiyor, deveyi hamuduyla yutuyor da,
ses çıkaran olmuyor. Olsa bile bu akortsuz sesi hemen kısıveriyorlar.
Bakanların çoğu da, öküzün trene baktığı gibi bakıyor olup bitenlere. La Fontainler ne kadar
uyarmaya çalışırlarsa çalışsınlar, gene,
ağzındaki peyniri tilkiye kaptırıyor karga ve bir türlü dağılmıyor
kurdun sevdiği dumanlı hava, koyunları, kuzuları koşan yok savunmaya, korumaya.
Bağırıp
çağırmak “kıyametleri koparmak” diye nitelendirilir. Bursa’nın düşman işgaline
uğramasına üzülen Mehmet Akif Ersoy, “Bülbül” şiirinde: “Eşin var, aşiyanın
var, baharın var ki beklerdin/ Kıyametler koparmak neydi ey bülbül, nedir
derdin?” diye seslenir ona, acı acı ötüp durmasına kızar, “matem senin hakkın
değil, benim hakkım” der.
Avantadan
para kazanmaya alışmış kişiler, para muslukları azıcık kesiliverse kıyametleri
koparırlar. Futbol fanatikleri tuttukları takım, hele şaibeli bir golle,
yeniliverirse, öyle kıyametleri koparırlar ki, bu olay memleket meselesi haline
gelir, yer gök ayağa kalkar, tartışmalar bitmek bilmez. Bu konuda şöyle bir
taşlamam var:
Biri yedi,
biri baktı
Kopmadı
kıyamet
Çalındı hak
Aldatıldı
halk
Kopmadı
kıyamet.
Tuttukları
takım yenildi
Koptu kıyamet!
Abdülhak
Hamit Tarhan, karısı Fatma Hanım’ın ölümüne o kadar üzülür ki, Makber şiirinde:
“Çık Fatıma lahdden kıyam et/ Yâdımdaki haline devam et” der, kıyametin
kopmasını, karısının dirilip mezarından ayağa kalkmasını, eski canlılığını
sürdürmesini ister.
Nasrettin
Hoca’ya kıyametin ne zaman kopacağını sormuşlar. “Büyük kıyamet mi, küçük
kıyamet mi?” demiş. “Büyüğü anladık ta, küçük kıyamet nedir?” demişler. Hoca
bıyık altından gülerek şöyle demiş: “Karım ölünce küçük kıyamet olur. Ama ben
ölürsem büyük kıyamet kopar.”
Hoca dedim de aklıma geldi. Hoca
bayılmış. Öldü sanmışlar. Mezara götürürlerken önlerine iki yol çıkmış. Cemaat
hangi yoldan gideceklerini tartışırlarken ayılan Hoca dayanamamış, tabuttan
başını kaldırıp, “Ben, sağlığımda şu yoldan giderdim” demiş.
O yol ne
yolu mu? Hoşgörü, güleryüzlülük, erdem yolu, uygarlığa uzanır kolu...
Eskiler
kıyametin kopmasını bina ile zinanın çoğalmasına bağlarlar. Bahçeleri bozup
üstlerine binalar konduruyorlar. Kuşadası, Bodrum, Didim gibi turistik yerlerdeki
dağı taşı sitelerle dolduruyoruz. Denizleri kirletiyor, akarsuları, gölleri
kurutuyoruz. Verimli arazilere fabrika kurup ağaçları kesiyor, çiçekleri
yoluyoruz
Her tarafı çölleştirmeyi marifet biliyoruz. Bütün bunları
uygarlaşmak sanıyoruz...
Okur-yazar
olduğumuz halde kitap okumuyoruz, bir mektup bile yazmıyoruz. Ama cepli cepsiz,
bol bol, yerli yersiz konuşuyor da konuşuyoruz, mesajlaşıyoruz...
Soyunarak
ün yapan, nikâhsız yaşayan starlar el üstünde tutuluyorlar, sanatçı oluyorlar
kolayca. Medya maymunu oluyor, daldan dala atlıyorlar. Sanat ayaklar altına
alınıp gerçek sanatçılar yerlerde sürünürlerken böyleleri bir elleri yağda, bir
elleri balda yaşıyorlar. Fildişi kulesine çekilmek, toplumsal olaylara duyarsız
kalmak aydınlık sayılıyor. Toplumcu sanatçılara çamur atılırken suya sabuna
dokunmayan kişiler tertemiz kalıyorlar.
Bu gidişle
kıyamet kendiliğinden kopmayacak, onu biz koparacağız düşüncesiz ve
duygusuzluğumuzla, çıkarcılığımızla, bencilliğimizle...
Erhan Tığlı
0 Yorumlar