Banner

Mutlu son

Adam koltuğunda oturmuş televizyon seyrederken bir anda elinde tuttuğu kumandayı televizyona doğru fırlattı. Aslında bunu neden yaptığını bilmiyordu. İçindeki bu öfke patlamasının sebeplerinden haberdar değildi. Kumanda havada dönerek televizyonuna doğru ilerlerken o kendi içinde sebepleri sorguluyordu. Neden bir anda her şey kararmıştı ve neden bir anda nefret olmuştu sahte gülümsemelerden. Kumanda televizyonun ekranına çarptığı sırada yüksek şiddetli bir çatlama sesi duyuldu ve ekrandaki görüntü kayboldu. Daha sonra ekrana çarpan kumanda yere düştü. En azından kumanda hala sağlamdır diye düşündü. Televizyonda ise orta büyüklükte bir delik vardı. Nedense umursamadı ama onun kırılmasını. Zaten hiçbir işine yaramıyordu. 

Televizyon parçalandıktan sonra boş bir şekilde bakacak başka bir yer aradı etrafında. Önce etrafını inceledi. Duvar saatine bakabilirdi ama onu da birkaç gün önce parçalamıştı. Eğer duvarlarındaki resimleri yırtmasaydı onlara da bakabilirdi. Hem onlara bakmak onu başka düşüncelere sürüklerdi. Küçük vitrinindeki her şeyi de çöpe atmıştı. Seyredecek bir şey ararken içinde ölü balıklarının yüzdüğü akvaryumuna gitti gözleri. Onlara yem vermeyi unutmasaydı belki hala yaşıyor olabilirlerdi. Eğer onları atmayı unutursa çürüyebilirlerdi bile ama bunu da umursamadı.

Daha sonra önceki gün duvara fırlatarak kırdığı sehpasına gitti gözü. Hala bir şekilde dik durmaya çalışıyordu. Onun halini görünce eğreti bir şekilde gülümsedi. Sehpanın hemen yanında bir gazete gördüğünde onu almak için ayağa kalktı. Bacakları uyuşmuş olduğu için yürümesi biraz zor oldu ama gazetenin yanına kadar gidebildi. Gazeteyi aldığında onun üç hafta öncesine ait olduğunu fark etti. En azından bir süre boyunca bakacak bir şey olurdu o ve tekrardan koltuğuna doğru ilerledi.

Koltuğa oturduğunda gazetenin üzerindeki haberlere göz gezdirmeye başladı. Aslında üzerinde yazanların hiçbir anlamı yoktu. Bir yasa tasarısı vardı, bir ülkede iç savaş çıkmıştı, çocukların başarı oranları düşüyordu gibi umursamadığı haberle doluydu. Daha sonra sayfayı çevirdiğinde yine önemsiz haberler gördü. Daha sonra gördüğü her sayfayı yırtmaya karar verdi. Yazan her şey sahteydi sonuçta. Belki daha sonra hepsini birden yakar, ateşin dansını izlerdi.

Bir kaç sayfa daha çevirdikten sonra bir ilan gördü "Mutlu başlangıçlar" yazıyordu büyük puntolarla. İlgisini çekti o ilan. Bir evlat edinme şirketine aitti. Evet artık çocuk satmak serbestti. Aslında o ilandan nefret etmesini sağlayan birkaç sebep vardı. Bunlardan ilki "mutlu" kelimesiydi. İkincisi ise "başlangıçlar"dı. Bir başlangıç nasıl mutlu olur diye düşündü. Daha sonra mutluluk nasıl başlar diye düşündü. Düşüncelerinde hiçbir sonuca varamayınca önce mutluluğun nasıl bir şey olduğunu düşündü. Evet onun ne olduğunu bilmiyordu. Daha sonra başlangıcın ne olduğunu merak etti. Bir şey nasıl başlardı mesela. Hayat süreklilik olduğu için bir başlangıçtan söz edilebilir miydi.

O bunları düşünürken sayfayı değiştirdi. Bu sefer başka bir ilan ilgisini çekmişti. O ilanın üzerinde "mutlu sonlar" yazıyordu. O ilan bir kiralık katil şirketine aitti. Evet artık insanların kendini öldürtmek için kiralık katil tutması serbestti. Mutlu kelimesinin anlamsızlığını daha önce sorgulamıştı. Bu yüzden son kelimesinin üzerinde düşündü. Başlangıcın olmadığı bir yerde sondan konuşmak oldukça mantıksızdı. Hatta birçok din ölümün bir son olmadığından bahsederdi. Bu sebeple bir sonun varlığı bilinmiyordu. Daha sonra telefon numarasına baktı. Arayıp küfür edip kapatmak istedi. Ancak cep telefonunu birkaç gün önce parçaladığı için bunu yapamadı.

Gazeteyi bitirdikten sonra yapacak hiçbir şey bulamayınca biraz dolaşmaya karar verdi. Ve odasının içinde yürümeye başladı. Önce defalarca sağ tarafa doğru yürüdü. Daha sonra ters dönüp sol tarafa doğru yürüdü. İnsan hayatı boyunca hep ileriye doğru bakardı. Zaman hep ileriye doğru akardı. Ancak onları anlayabilmek için geriye doğru bakabilmesi gerekirdi. Bu yüzden ters tarafa doğru dönüyordu. 

Az önce televizyonu kırmıştı. Ondan önce saati daha önce resimleri yırtmış ve ondan önce sehpayı kırmıştı. Vitrinindeki her şeyi atıp telefonunu parçalaması ise daha önceki zamanlara aitti. Neden bunları yaptığını düşündü bir süre boyunca. Fakat geçmişe yolculuk yapmaya devam etmek istediğinde önceki geçmişini yaktığını fark etti. Öyle ki eski hatıraları küle dönüşmüş ve hala alev kokuyordu.

En azından hatıralarını yaktığı yere gidebilirim diye düşündü ve evden çıktı. Günlerdir hiç evden çıkmamıştı. Dışarısının biraz değişmiş olmasını beklese de her şeyin aynı kaldığını görünce biraz hayal kırıklığına uğradı hala kırılmayan bir hayali kalmış gibi. Daha sonra geçmişini yaktığı sokağa gitti. Her şey orada başlamıştı veya bitmişti veya yok olmuştu. Ne olup bittiği hakkında hiçbir fikri yoktu aslında. Orada birisini görmüştü sanki. Sanki ondan kurtulmak için yakmıştı her şeyi, onu unutmak için vaz geçmişti hepsinden. 

Neden yaptığını bilmiyordu ama. Belki büyük bir suça tanıklık etmişti ve unutmazsa eğer öldürülebilirdi. Ölümden korkmuyordu ki. Başka bir şeyler olduğu düşünürken bir gölge ona doğru yaklaştı. Gölge bir sokak lambasına yaklaştı ve bir kıza dönüştü. Duman siyahı saçları ve kömür karası gözleri vardı. Yüzü ifadesizdi.

Adam onu tanıdı. Kızın da adamı tanıdığı belliydi. Bir süre boyunca bakıştılar birbirleriyle. Daha sonra hiçbir şey konuşmadan kız kemerinden bir bıçak çıkardı ve adama doğru bir adım attı. Adam bıçağa doğru baktı ve neden geçmişini yaktığını hatırladı "demek yarım bıraktığın işi bitirmek için geldin"

Kız gülümsemeye çabaladı ama nasıl gülebileceğini bilmediği için yapamadı. Bunun yerine adama biraz daha yaklaşıp bıçağı biraz daha sıkı tuttu. Adam bakışlarını kızın gözlerinden ayırmıyordu. Korunmak için bir çaba da sarf etmiyordu "demek bu şekilde olacaktı. Günün birinde karşıma çıkacaktın ve sonra gelip hayatıma girecektin. Ben isteyecektim ama bunları. Gel ömrüm senin olsun diyecektim sana. Neden geldin? Neden girdin hayatıma?"

Kız gülümsemeye çabalamaktan vaz geçmişti "hep beni suçladın sen. Sanki hiç yalan söylemedin bana? Sahte umutlar sermedin önüme? Sen yalan söyledin bana. Al kalbim senin olsun dedin bende onu almak için geldim"

"Yine yalancı diyorsun bana. Oysa gözlerin ne kadar da güzeldi. Sen gülümsediğin zaman nasıl da renklenirdi dünya. Ben seninle yalanın ne olduğunu umuttum hayatım boyunca ilk kez doğruları söyledim. İlk kez kendimi gördüm ben sende" adam kıza doğru bir adım daha atmış ve bıçak tutan elini kavramıştı. Kızın elini kendine doğru yavaşça çekerken onun gözlerinin içine bakmaya devam ediyordu.

"Mutlaka birimizin ölmesi gerekecek değil mi? Bizim hiç şansımız olmadı. Yasaklanmış düşlerimiz vardı bizim. Al beni kat hayatına dedim ama yapmadın. Gel bir beden olalım dedim dinlemedin beni. Kalbim senin diyordun onu almaya geldim" kız elini adamın sol göğsüne doğru uzattı. Bıçak önce gömleğini yırttı adamın. Daha sonra tenine baktı. Adam ise kıza bir adım daha yaklaşıyordu. Bıçak bedeninde ilerledikçe dudaklarını kızın dudaklarına değdirdi. Öpüştüler bir süre boyunca. Daha sonra bıçağı geriye çekti. Adam kıza sarıldı bu esnada. Bedeninden akan kan zemini kırmızıya boyuyordu.

Adam kızın gözlerinin içine baktı tekrardan "neden almadın kalbimi? O senindi artık." Kız ise adamı seyrediyordu "yapamazdım ki. Seni bu kadar çok severken sana nasıl zarar verebilirdim."

Adam bu sözlerin üzerine kızı tekrardan öptü "ama biliyorsun biz birlikte olamayız. Kural kitaplarından sürgün edilmiş bir aşk bu. Bizi yan yana yaşatmazlar." Adam cümlelerini bitirdiği sırada bir el silah sesi duyuldu. Kız "o zaman beraber ölelim" dediği sırada kurşun önce adamın bedenine girdi. Daha sonra yolculuğuna hiç yavaşlamadan devam edip kızın bedenine saplandı. İkisi birbirine sarıldı sıkıca ve kısa bir süre sonra yere devrildiler.

Aşk yasaklanmıştı şehrin kural kitaplarında. Bu yüzden ona sahip olanlar görüldükleri yerde öldürülürlerdi.

Ve aşk yok olacağını bilmene rağmen onu sevdiğini söylemekten asla vazgeçmemekti. 

Yorum Gönder

0 Yorumlar