Adam yatağının kenarına
oturmuş dirseklerini bacaklarına dayayıp başını avuçlarının içine almıştı.
Aklından binlerce cümle geçerken o sadece onları seyrediyordu. Herhangi
birisine cevap verecek kadar güçlü hissetmiyordu kendini. Dün geceden kalma bir
şarkı çalıyordu arka planda. Gece boyunca uyumamıştı. Saatin kaç olduğundan
haberi yoktu. Umursamıyordu geçen zamanı. Dün, bugün, yarın gibi her kelime
aynı şeyi ifade ediyordu ona. Onun için tek bir zaman vardı ki onun adı
yalnızlıktı.
Yine yalnızlık
günündeydi. Bir mevsimi yoktu yalnızlık gününün. Bir süresi de yoktu onun. Bir
kere başladı mı hiçbir zaman bitmezdi. Bir kere yalnızlık gününe girdiğin zaman
soluduğun hava olurdu o. Kalbin vücuduna yalnızlık pompalardı. Sonrasında hangi
şarkı çalarsa çalsın hiçbir şey değişmezdi. Eski masallar o günün
bitebileceğinden bahsederdi ancak masalların çağı uzun zaman önce kapanmıştı.
Ejderhalar, prensesler veya cadılar hep o kapanan çağda kalmıştı. Bu yüzden çıkışı yoktu yalnızlığın.
Bir süre sonra hafifçe
doğruldu ve yatağının yanında duran telefonunu aldı. Kimse aramamıştı, gelen
mesajda yoktu. Yani değişen hiçbir şey yoktu hayatında. Ona reklam mesajları
bile gelmezdi. Yalnızlık böyleydi aslında. Onun evinin etrafında kuşlar uçmaz, hayvanlar dolaşmazdı. Sokakta yürümeye kalksa
kimseyi göremezdi. Onun geçtiği yollar her zaman boş olurdu. Bir ülkesi olsa
mesela kimse yaşamazdı ülkesinde. Yalnızlık tek kişilik bir evrende yaşamaktı.
Hala gecedeydi. Yalnızlık
gününde her zaman gece olurdu. Güneşi hiç görememişti o. Sanki güneşi görmek
için bir şeyler yapması gerekiyordu. Eski hikayelerde olduğu gibi “güneşimsin
sen benim” diyebileceği birisi olmalı ve hayatını aydınlatmalıydı sanki. Ancak
o karanlıkta yaşamaya alışmıştı. Sorun değildi önünü görememek. Onun renkleri
de yoktu. Yalnızlık günü birkaç parçaya ayrılırdı. İlk önce her yer yavaşça
kararırdı ve sonra renkler kaybolurdu teker teker. En sonunda ise herkes
giderdi dünyasından. O üç aşamayı da yaşamış ve artık sona gelmişti. Ya eski
masallara inanmaya devam edecek ya da gerçeğe sarılıp uyuyacaktı kalan günlerin
bitmesi için.
Yatağından kalktığında
çalan şarkıyı değiştirmeyi düşünmedi bile. O hep aynı şeyleri yaşadıkça aynı
şarkı çalsaydı hep. Veya düşüncelerine bağlı olsaydı şarkılar farklı bir şey
düşündüğü zaman farklı şarkı çalsaydı. Eğer böyle olsaydı en fazla 3 şarkı
dinleyebilirdi. Bazen kendi kendini terk etmiş gibi hissederdi. İnsanın
kendisine bir soru sorup cevabını alamamasıydı gibiydi. Tek sesli bir
orkestraya benzetiyordu kendini. Kırık bir kemanı vardı sadece ve hiç
dinleyicisi yoktu. Yanlışlarını bile söylemiyordu kimse. Bu yüzden bilmiyordu
hayatı. Zaten o dışarısındaydı her şeyin. Bu yüzden beklemiyordu kural
kitaplarında onun için maddeler olmasını.
Yapacak hiçbir şey
bulamayınca mutfağındaki şişelerden birini daha açmaya karar verdi. O şişeyi
açmazsa uyuyamazdı. Eğer uyuyamazsa daha fazla yaşamak zorunda kalırdı. Eğer
daha fazla yaşarsa daha derinlerine giderdi yalnızlığın. Bu yüzden mutfağa
gitti. Şişelerden bir başkasını açtı. Şişedeki bordo sıvıyı bir bardağa
doldurdu ve oturma odasına geçti. Yine aynı şarkıyı açtı sonrasında. Başını
koltuğa dayadı ve karşısındaki duvarı seyretmeye başladı.
Biraz zaman geçti.
Herhalde geçen zamanı dakikalar veya saniyelerle ifade edemezdi. Geçen zamanı
anlatabilmesinin yolu düşündüğü konu sayısını söylemekti ama onları da
sayamazdı. Bir süre boyunca sadece uyumak veya rüya görmek istiyordu ama o rüya
da görmezdi. O tam neden rüya
görmediğini merak ederken kapı çaldı. Gecenin bir körü neden kapısının
çaldığını düşünmedi bile. Daha çok kapısının neden çaldığındaydı. Onun yanına
gelecek kimse yoktu, kimse bilmezdi onun evini. Kapılarını açık bıraksa hırsız
bile girmezdi evine. O an hissettiği duygunun adı heyecandı. Hiç bilmediği bir
andan geçiyordu. Hızlı bir şekilde ayağa kalktı. Ayağa kalkarken bardağını yere
düşürdü ve halısı bordo bir sıvıyla kaplandı ama bunu umursamadı. Kapıya kadar
gidip kapıyı açtı ve yerde duran küçük bir hediye paketi gönderdi.
Paketi yırtarak açtığında
küçük bir ahşap kutu gördü ve kutuyu açtığında üzerinde hiçbir şey yazmayan
sarı bir kâğıtla karşılaştı. Uzun bir süre boyunca boş kağıda baktı sadece.
Kağıdı incelerken aklından olasılık hesapları yapıyor, kimin o hediye paketini
bıraktığını düşünüyordu. Zil çaldığı sırada kapısının dışında kimse yoktu. Ayak
sesleri de duymamıştı. Kim gelirdi ki onun yanına. Kim gelip bir şey bırakırdı
başkaları hep ondan almakla ilgilenirken.
Ertesi gece uyanıktı.
Daha doğrusu hiç uyumamıştı. Aslında aklından geçen bu yeni düşünceleri
sevmişti. Yeni düşüncelerin hatırına yeni bir şarkı bile açmıştı. Çok uzun
zamandır hayatında bu kadar büyük bir yenilik olmamıştı hiç. Yine kırmızı bir
sıvı içerken duvarı seyrediyordu. Ve yine kapısının zili çalmıştı. Bu sefer
yerinden daha hızlı bir şekilde kaklı ve kapıyı hiç düşünmeden açtı. Karşısında
yine küçük bir paket vardı. Öncekinin tıpatıp aynısıydı. Paketini parçalayarak
açtığında bir kutu gördü ve sarı bir kağıt. Ancak bu sefer kâğıdın üzerinde tek
bir cümle yazıyordu “Neden böyle yapıyorsun?”
Yepyeni sorular ve ye
yepyeni düşünceler vardı karşısında. İlk önce soruya bir cevap vermeyi düşündü
ama yapamadı. Daha sonra yazıyı incelemeye başladı. Güzel bir el yazısıydı.
Harflerin yapısına baktığında bunun bir kadın el yazısı olduğunu düşündü. Birinin
ona bir şey yazmasını geçmişti bir kadın neden ona bir şey yazardı. Yeni
düşünceleriyle birlikte şarkısını da değiştirdi. İçinde daha önce tatmadığı
garip bir duygu vardı. Heyecan vardı, büyük bir heyecan ve büyük de bir korku
vardı. Ne yapacağını bilemez bir şekilde koltuğunun üzerinde uyuya kaldı en
sonunda.
Ertesi gece yine aynı
koltukta oturup yine aynı duvarı seyrediyordu. Kapının zili yine aynı şekilde
çaldığı zaman aynı şekilde kapıyı açtı ve aynı paketlerden bir başkasını buldu.
Paketi açtığında kutuyu ve onun içindeki kağıdı gördü. Bu sefer içinde yine
aynı el yazısı ile “Neden koca dünyada tek başına olduğunu düşünüyorsun?”
yazıyordu. Düşünceleri tekrardan değişmişti ve onlarla birlikte çalan şarkı da.
Ertesi gece kutuyu yine
aynı şekilde paketledi. Paketlemeden önce kağıdın arka tarafına “benim dünyam
tek kişiliktir” yazdı “ikinci bir kişiyi kaldırmaz benim dünyam.” Daha sonra
kutuyu kapısının önüne bıraktı. Bir süre sonra kapı çaldı. Koltuğunda
oturmuyordu hatta kapıyı hızlı bir açabilmek için hemen yanındaydı. Ancak yine
de ona kutuları bırakan kişiyi göremedi. Gelen kutuyu açtığında kağıtta “evrende
tek kişilik olan hiçbir şey yoktur” yazıyordu “sen hayatının kapılarını
kapatırsan kimse elbette gelemez yanına” diye devam ediyordu.
Ertesi gece sarı kağıda “Bazen
sen kapatmazsan kapıları. Birileri gelir ve sen içerideyken kilitler onları.
Anahtarını vermişsindir o kapının. Onlarda seni içeriye hapseder. Bir daha
çıkamasın, açamazsın kapıları.” Kutuyu kapının önüne bıraktıktan kısa bir süre
sonra zil çaldı ve hediye paketini gördü. Paketi hızlıca açıp içindeki kağıdı
çıkardı. Bu sefer “Her zaman yedek bir anahtarı vardır kapıların. Sen açmak
istemezsin. Sen hapsedersin kendini karanlıklara. Her şey senin seçimindir
aslında.” Bu cümleler canını yakmıştı. Hatta canı çok yanmıştı geçmişini
düşünürken. Hatırlamak çok acı bir kahveyi içmek gibiydi.
Ertesi gece olduğunda
kağıda “Belki haklısın hepsi benim seçimimdi. Peki ya onlar neden zincirledi
kapıları. Neden duvarlar ördüler etrafıma. Sen kimsin? Neden bunları yazıyorsun
bana” yazdı. Kutuyu kapının önüne koyup beklemeye başladı. Bir süre geçtikten
sonra kapı çaldı ve kutuyu aldı. İçindeki kağıtta “Onlar kapılar kilitlemiş,
zincirler örmüş veya duvarlar inşa etmiş olabilirler ama yıkmayan sensin. Ben
kimseyim, tanımazsın, bilmezsin. Yanından geçtim defalarca kere ama sen
görmedin. Çünkü perdelerin tamamen kapalıydı. Sana seslendim ama duymadın, hep
aynı şarkı çalıyordu zihninde.”
Ertesi gece “Bir zamanlar
yanımdan geçip giderdi hayat. Sonra hiç geçmez yanımdan. Bende onu beklemekten
vazgeçtim. Kim olduğunu bilmiyorum. Kim olmadığını da bilmiyorum. Ben hiçbir
şey bilmiyorum aslında. Neden bana yazıyorsun en ufak bir fikrim yok. Neden
kapımın önüne gelip zile bastıktan sonra kaçıyorsun anlamıyorum. Sahi ne
istiyorsun benden?” yazıp bıraktı. Zil çaldıktan sonra gelen kutuyu açtığında “Senden
bir şey istemiyorum ben. Sadece dünyaları birleştirmek niyetindeyim veya
tahtaları kırık bir köprü yapmak gezegenler arasına. Belki bir güneş yaratmak
karanlık olduğunda. Yanımdan defalarca kere geçtin. Gözlerimin içine baktın hep
ama beni görmedin.” Gördü sarı kağıdın üzerinde. O kimsenin gözlerinin içine
bakmamıştı. Kimseyi sevememişti o.
Ertesi gece not kağıdına “kapılar
açmak veya kapamak değil hayat. Kapım hep açıktır benim ama kimse gelmedi. Zile
basmaları gerekliydi sadece, yapmadılar. Sen bastın o zile ama sende kaçtın
hep. Kapım açık istiyorsan gel içeriye” yazdıktan sonra kapıyı kapatmadı. İki
tane bardak çıkardı mutfak dolabından. Sonra onları masanın üzerine
yerleştirdi. Bardakların yanına açılmamış bir şişe koydu ve sandalyelerden
birisine oturup beklemeye başladı. Heyecanı damarlarına sığmıyordu. Aklından
tek bir düşünce geçiyordu demek ki bir düşüncelik bir zaman geçmişti ve kapı
hafifçe aralandı.
Daha sonra içeriye bir
kız girdi. Siyah saçları düz bir şekilde omuzlarına kadar uzanıyordu. Beyaz
teni loş ışıkta parıldıyor, siyah gözleri ise bakanı içinde tutsak ediyordu. Yüzünde
hafif bir gülümseme vardı ve gözleri bir parça kısıktı. Adama sorsalar şimdiye
kadar gördüğü en güzel gülümseme karşısında duruyordu. Kız içeriye girince
ayağa kalktı ve “hoş geldin hayatıma” dedi “burası benim kalbim. İstediğin yere
yerleşebilirsin. İstediğin odayı alabilirsin. Burası senin artık.” Kız ise
adamın yanına gelip elini tuttu. Hafifçe ona doğru eğilip “artık yalnız
değilsin” dedi “yanında kalmak istiyorum.”
0 Yorumlar