Banner

Gözlerinin rengi


Onu ilk gördüğüm zamanı hatırlıyorsun. Sonbahar yağmurlarından yapılmış bir elbise giyiyordu. Saçları gecenin en karanlık olduğu zaman gökyüzünün rengine bürünmüştü. Gözlerine 3 saniyeden daha fazla bakamıyordun. Sanki gözlerinde başka bir dünya vardı ve dördüncü saniyede seni içine alacak gibiydi. Yürüdüğü yolları hüzün kokusundan tanırdın. Onun bastığı kaldırımlar farklıydı diğerlerinden. Ancak geçtiği yolları bilemedin asla. Onu seyrederdin. Adımlarını izlerdin ve gözlerine bakmamaya çabalardın. Ancak bilemezdin gözlerindeki yaşların sebebini. Onun yürüğü yollara layık olmadığını hissederdin.

Yürürken ayakları yere değmezdi onun. Suskun bülbüller eşlik ederdi onun yolculuğuna. Sen ise korkuluk gibi kalırdın onun hikayesinde. Her şey güzelken sen çirkindin ve o yanından geçip giderken konuşamamanda bu yüzdendi. Gülümsemesini ilk gördüğünde bütün çiçeklerin açmaya başladığını zannetmiştin. Öyle ki baharın gelmesi ona bağlıydı sanki. O gülmezse her zaman kış olurdu. Sana doğru bakıp gülümsemişti bir gün. Hatırlar mısın içinde yüreğinde açan gül bahçesinin büyüklüğünü. O gülümsemezse güneş doğmazdı asla. Ancak onun haberi yoktu bunlardan. Ne zaman görsen onu hep üzgündü. O üzgün olduğu zaman yağmur yağardı. Sen onun yağmurlarında ıslanırdın. Hasta olurdun ama umursamazdın hastalığı.

Bir gün yağmurlu bir sonbahar gününde onu görmüştün. Deniz kenarında yalnız bir bankta oturuyordu tek başına. Onu seyretmiştin bir süre boyunca. Acılarının büyüklüğünü merak etmiş, göz yaşlarının ağırlığını tartmak istemiştin. O bankta tek başına otururken yanından geçen gölgeleri seyretmek istemiştin. Sırtına saplanan hançerleri görmüştün o zaman. Yaralarının büyüklüğünü tahmin etmiştin. İnsanlara güvensizliğinin sebebini de anlamıştın. Herkes ondan bir şey almıştı. Etrafı hırsızlarla doluydu onun. Parça parça çalmışlardı umutlarını. Bu yüzden kimseye güvenmiyordu. Bu yüzden gözlerine bakmıyordu.

Yavaşça yanına doğru gidip oturduğu bankın yanındaki banka oturdun. O seni görünce duruşunu değiştirdi. Artık boynu bükük değildi ama gözleri hala aynı yalnızlıktaydı. Ona bakmamaya çalıştın geçen saniyeler boyunca. Onu rahatsız etmek istemiyordun. Aslında söylemek istediğin bir kaç cümle vardı içinde ama duvarları o kadar fazlaydı ki onları nasıl geçebileceğini bilmiyordun. En büyük hazineler en iyi korunanlardır demişti pek bilge olmayan birisi. O ise o kadar iyi koruyordu ki kendini birisinin onların arasından geçip yanına gelebilme ihtimali yoktu. Sadece yanına gidip elini tutmak istemiştin oysa.

Belki bir de sesini duymak niyetindeydin. Efsaneler anlatırdı hep onu. Bir çok eski masal onun sessizliği üzerine yazılmıştı. Uçsuz bucaksız bir denizdi onun sessizliği. Sessizliğini dinlemeye kalktığında fırtınalı o denizde dümeni kırılmış bir gemi ile yolculuk yaptığını hissederdin. Bu yüzden onu kurtarabilme umudun yoktu. Tüm süper kahramanlar birleşse mesela onun kırılan tek bir saç telini bile onaramazdı. Bu yüzden hepsi bırakmıştı kahramanlığı. O sana ne kadar çaresiz olduğunu hissettiriyordu.

Cenneti avucunun içinde tutuyordu oysa. Elini bir kere tutsan cennete dokunurdun. Ancak sen günahkardın ve günahkarlar cennete gidemezdi. Bu yüzden korkuyordun ona yaklaşmaktan. Sen onun yanındaki bankta otururken başını sana doğru çevirdi. O an gözleriniz karşı karşıya geldi. Seni ölçtü orada. Aklından neler geçiyorsa hepsini okudu. Onunla bakıştığın anda zihninin her yerinde onu hissettin. Bir cümle yazmaya kalksan mesela o kesinlikle o cümlenin gizli öznesi olurdu. Konuşmaya kalksan muhakkak onun ismi ile başlardın. Gözlerinin içine baktı ve gördüklerin memnun bir şekilde gülümsedi. O an bir kaç duvarının kırıldığını hissettin.

O hep aradığın cesareti bulmuştun ve sende gülümsedin. Onunla karşısında hareket etmek zordur, konuşamazsın bile. Cümleler birbiri içine girer, karışır ve anlamsız kelimeler çıkar dudaklarından. Cesaretin gülümsemeni sağlamıştı. Onu ilk gördüğün zamandan beri ilk gülümsemendi bu. Sen sözlükler arasından ona dair kelimeleri seçmekle uğraşırken ayağa kalktı ve yürümeye başladı. Gitme diyemedin. Diyemediğin tüm kelimeleri boğazına bağlayıp denize atlamayı düşündün sonrasında. Gitme diyememek o kadar acıdır ki alsa, sökse yüreğini sonrada fırlatıp atsa bu kadar acı hissetmezsin.

Onun adının yazdığı hiçbir hikayede yalnızlık olmazdı aslında. O tüm yalnızlığı sırtlanır ve tek başına taşırdı hepsini. Bu yüzden ona bakıp yalnız olduğunu söyleyen birisi inandırıcılıktan çok uzakta olurdu. O gittikten sonra yapacak hiçbir şey bulamamıştın. O bankta oturup beklemiştin günlerce. Üzerine kar yağdığında, umursamamıştın. Yağmur yağdığında onun göz yaşları tenine değiyor diye mutlu bile olmuştun. Onu beklemek belki de dünyanın en güzel şeyiydi. Kayıp bir mevsimi beklemek gibiydi onu beklemek. Kimse bilmezdi o mevsimi, kimse tahmin bile edemezdi. O mevsimde dünyanın nasıl göründüğünü, hangi çiçeklerin açtığı da bilinmezdi. Bu yüzden kimse merak etmezdi onun mevsimini. O yüreğine dokunursa olacakları düşünmek insanı çıldırtabilirdi. Bu yüzden kaçardı herkes ondan.

Sonra bir gün o çıkageldi. Ağır adımlarla sana doğru ilerlerken doğrudan gözlerinin içine baktı. Üzerinde sonbahar yapraklarından yapılmış bir elbise vardı. Güzel kelimesinin tanımının o an değiştirilmesi gerekiyordu aslında. Yanına doğru yaklaştı ve seninle aynı banka oturdu. O an yemyeşil bir yerde olduğunu düşündün. Kuşların cıvıltıları duydun, rengarenk çiçeklerin kokusunu çektin içine. Bir süre gözlerinin içine baktıktan sonra "seni bekledim" dedin. "Emin olmam gerekiyordu" diyerek cevapladı. Onun sesini duymak dünyanın en iyi kemanından dünyanın en iyi melodisini duymak gibiydi.

Gözlerinin içine bakıp "gitmeni istemiyorum" dediğinde "gitmek istemiyorum" diyerek cevapladı. Neden seninle konuştuğunu öğrenemedin asla. Neden seni seçtiğini hiçbir zaman bilemedin ama o gelip yanına oturdu. Gerçek olmazdı yaşadıkların. O gerçek olamazdı. Yaşadıklarını düşündükçe bir rüya gördüğünü düşündün hep. Sanki bir hayaldi her şey, gerçekliği parçalara bölmüş ve onu yaratmıştın. Sanki senin için bir kaçıştı hayattan. Süslü cümlelerle dolu bir hikayesini yazmak istedin onun ama yapamadın.

Onun gerçek olup olmadığını hala bilemiyorsun. Belki sadece zihninin bir oyunuydu, belki sadece yaşamak için bir sebep arıyordun ve onu bulmuştun. Belki de sadece bir yanılgısıydı zihninin. Ancak bir hayal bile olsa onun gerçekliğini inkar edemedin hiçbir zaman. Hayaller kadar gerçek olan hiçbir şey yoktu senin için. Belki sadece bir hayaldi o ama eğer öyleyse hayallerin yanına gidebilmenin bir yolu olmalıydı. Elbet bir yerlerde sağ kalmış bir dilek perisi bulabilirdi.

Belki de sadece basit bir hayaliydin onun. Belki de onun hayali olmak hayattan isteyebileceğin tek şeydi.

düş mezarlığı

Yorum Gönder

0 Yorumlar