Banner

Düş parçaları

Günlerden Perşembe, yalnızlık gününün son dakikalarında. Puslu bir Eylül akşamıydı. Hava mevsim normallerinin çok ötesinde soğuktu. Yağmur yağıyordu büyük bir gürültüyle birlikte. İnsanlar yağmurdan kaçmak için binaların gölgesinden yürümeye çalışıyordu. Sokaktan geçen arabalar hızlıca girdiği su birikintisiyle insanları ıslatıyordu. Herkesin bir telaşı vardı o akşam. Herkes kaçmakla meşguldü. Kimisi yağmurdan, kimisi ise geride bıraktığı bir hatırasında uzaklaşmaya çabalıyordu. Aslında sokaklarda kalan, yağmurdan kaçan herkes mutsuzdu tek bir kişi hariç. O ise bir banka oturmuş gülümsüyordu hayatın gözlerinin içine bakarak.

Onun neden gülümsediğini anlamak zordu. Bankın üzerinde iliklerine kadar ıslanmıştı aslında. Ona bakanlar deli diyip geçiyorlardı. Bir anlık ona dikkat edip daha sonra kaçmaya devam ediyorlardı. Kimse onun yanına gidip ne yaptığını sormuyordu çünkü kimse onu umursamıyordu. Herkes gibi olmadığı için dışına itilmişti hayatın ama bunu umursamıyordu. Herkesi, her şeyi arkasında bırakıp gülümsüyordu. Hatta yapabilse kahkaha bile atardı ama unutmuştu nasıl kahkaha atıldığını.

Gülümsemesinin sebeplerini soran olsaydı anlatamazdı onlara. Uzun bir geçmişi anlattıktan sonra yakın zamanda yaşadıklarını da eklemeliydi. Belki günler, belki aylar gerekirdi her şeyi anlatmaya. Aslında kimseye anlatmayı da istemiyordu. Orada olup ıslanmaktan mutluydu. Eğer birisi ona sebepleri sorsaydı anlatmaya "çok uzun zaman önce" diye başlardı. Derdi ki "çok uzun zaman önce yapayalnız bir adamdım ben. O kadar yalnızdım ki umutlarım bile terk etmişti beni. Geceleri kabus bile göremiyordum. Kalbimin attığından emin olmak için doktora gitmem gerekiyordu çünkü hissedemiyordum onun atışlarını. Duyamıyordum sesleri. Yaşamak için hiçbir amacım kalmamıştı. Kendimi yaşayan bir ölü gibi görüyordum. Ancak onların bile beslenmek gibi bir amacı varken bende o bile yoktu. Günlerce yemek yemediğim olurdu. Sanki içimde kocaman bir yarık vardı ve onu doldurmam gerekiyordu ama onu neyle dolduracağımı bilemiyordum. O kadar büyük bir boşluktu ki hissettiğim bütün bir galaksiyi içine koysan yine de dolmazdı."

Daha sonra durur, anlattıklarının acısını bir süre boyunca hisseder ve anlatmaya devam ederdi "Şarkıların hiç var olmadığı bir dünya düşün mesela. Resim hiçbir zaman icat edilmemiş olsun. Yazı henüz keşfedilmemiş, kelimeler ise derinliklerine gömülmüş olsun toprağın. İşte benim dünyamda o şekildeydi. Yüreğimin iki yakasını birleştirebilecek bir köprü henüz icat edilmemişti. Girdiğim her yer çıkmaz sokaktı benim için. Söylediğim gibi bir anlamı yoktu yaşamanın veya eski bir keman telinde ölmenin. Amaçlar arardım etrafımda dolaşıp. Kendi yarı çapımda dönüp hayatı  sorgulardım hep. Yürümeyi unutmuş, koşmayı sözlüklerden silmiştim. Konuşamazdım o günlerde. Gündelik lisanımdaki kelimelerin sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. Evimin etrafına o kadar fazla duvar örmüştüm ki dışarıya çıkamıyordum." 

Biraz daha anlattıktan sonra bir yudum su içerdi ve ardından derin bir nefes alırdı. Eski günleri hatırlamak kamburunu biraz daha belirginleştirirdi. Gözlerinin etrafındaki çizgiler biraz daha derinleşip, yalnızlığı biraz daha koyulaşırdı. Anlatmaya devam ederdi sonra. Kelimeler ağzından çıkarken değdikleri her yeri parçalar, ağzı kan dolardı "var olmayan bir şeyi nasıl anlatabilir insan. Ben hiç var olmayan hayatımı nasıl anlatabilirim. Hiçliği betimleyecek hiç bir cümle yoktur aslında. Hayatıma dönüp baktığımda bir şey görememem de bu yüzdendir. Amaçsızca dolaşırdım sokaklarda. İnsanları tanımazdım, onlarda beni görmezdi. Belki hayatın gizli öznesiydim derdim eğer bir parça kendime güvensem. Gizli olduğum kesindi ama hiçbir cümle benim için oluşmazdı. Sahip olduğum tüm renkleri bir küçük umut karşılığında satmıştım ikinci el pazarında. Hayatımı anlatmamı istersen yapamam. Bir hayatım yoktu çünkü benim. Neden gülümsediğimi sorarsan o başka bir hikayedir."

Bazı cümlelerin bitiminde biraz dururdu. Düşünmek için değil ama dünyayı sırtında taşıyan bir adamın arada dinlenmek istemesi gibiydi anlık sessizliği. Derin nefesler alır ve anlatmaya devam ederdi "benim hayatım yıllar önce bir Perşembe günü başladı. Çok iyi hatırlarım Aralığın yirmi üçüydü. Yılda asal bir sayıydı. Evet asal sayıları severim ben. O gün sokaklardan birinde dolaşıyordum. Asal sayı numaralı bir binanın önünden geçerken yerde küçük bir kağıt buldum. Kağıdı alıp baktığında üzerinde "yalnız bir günde" yazdığını gördü. Yalnız bir günde ne anlama gelebilir diye düşündüm. Hatta çok düşündüm. Daha sonra ilerlemeye karar verdim ve ileride başka bir kağıt parçası daha buldum. Onun üzerinde "kaybettiğim umutlarım" yazıyordu. El yazısını inceledim bir süre boyunca. Kişilik tahminleri yaptım. Yazının silikliğinden yazanın hayata olan uzaklığını hesapladım sonra bulduğum tüm sonuçları topladım. Çıkan sonucu hayata bölüp yazanın yaşama oranını ölçtüm. Sonra devam ettim yürümeye."   

Bu sefer susmasının sebebi kısa bir sessizlik bırakıp dinleyicisi üzerindeki etkisini arttırmaktı. Anlattıklarının ne kadar önemli olduğunu belirtmek için susmuştu. Tekrar konuşmaya başladığında kelimeleri kan kokmayı bırakmış, bir sonbahar rüzgarının kokusuna bürünmüştü "yürüdükçe başka kağıt parçaları da buldum. Üzerlerinde öyle cümleler vardı ki beni benden aldı. "Artık inanmıyorum hiçbir şeye.. Tüm yalanları kuytu bir köşede bıraktım.. Ve artık hiçbir şeysizim ben" gibi cümleler vardı ki onları sadece ben yazabilirim diye düşünürdüm. Sanki paralel bir evrendeki ben çıkıp gelmiş ve bu satırları yazmıştı. İlerledikçe bu kağıt parçalarını bulmak garipti doğrusu. Sanki birisi kaybolmamak için yola ekmek parçaları bırakması gibi bırakıyordu kağıtları. Hikayedeki emekleri yiyen kötü karga da bendim. Ancak gariptir yazıları yazanın geri dönmek istediğini hiç düşünmedim."   


Anlatırken daha fazla durmaz, daha fazla düşünmezdi. Hikayesinin en heyecanlı bölümüne gelmişken daha fazla beklemezdi. Tekrar yaşamak vardı anlattıklarını bunu hiçbir şeye değişemezdi "Gördüğüm tüm kağıt parçalarını topladım. Daha sonra birleştirdim onları beyaz sayfalar üzerinde. Ortaya cümleler çıktı. Cümleler çıktıkça yazanın yalnızlığının büyüklüğü ile karşı karşıya geldim ve korktum. Ben kağıt parçalarını toparladıkça daha fazla tanıdım yazanı ve daha fazla hayran kaldım. Artık tüm hayatım o olmuştu. Onları bırakmasının sebebinin geri dönmek olmadığını düşünmeye başlamıştım. O bulunmak istiyordu. Bunu "lütfen gel artık" yazılı kağıdı bulduğunda anlamıştım ve onu bulmaya karar verdim. Yıllarca takip ettim onu. Evimde onun kelimelerinden defterler oluştu. Bende her gün onu bulurum diye defterleri yanımda taşıdım. Amacım yanına gidip "merhaba" demekti "merhaba, galiba yalnızlıklarınızı düşürdünüz" diyerek kitapları ona vermekti. Yıllar geçti, ben yaşlandım. Sonra bir gün onun ilerlemekten vaz geçtiğini hissettim. Aynı sokakta birden fazla kağıt parçası vardı. Demek ki oralarda bir yerde durmuştu. Neden durduğunu merak ettim onun. Neden devam etmiyordu. Belki tüm kelimelerini bitirmiştir diye düşündüm belki artık hiç umudu kalmamıştır."  

Anlatısının tam bu noktasında gülümsemeye başlardı. Hatırladığı güzel anıların sonucuydu bu gülümsemesi bu yüzden anlatısına hiç ara vermezdi "Haftalarca dolaştım sokakları. Kağıt parçalarını toplamaya devam ettim. Bu şekilde onun olabileceği yerleri işaretledim. Her gün sildim bazı işaretleri ve ona daha fazla yaklaştım. Sonra bir gün, günlerden perşembeydi çok iyi hatırlıyorum. Onun evini buldum. Sonra kağıtların üzerindeki hüzün kokusundan dairesini de keşfettim ve zilini çaldım. Kapıyı açtığında karşıma çıkan görüntüyü anlatmaya kelimelerin yetmez. Simsiyah saçları vardı. Sanki saçları gece ile kaplanmıştı. Bembeyaz bir teni vardı. Öyle ki karanlıkta utangaç bir yıldız parlardı o. Gözleri en koyu yalnızlıktan daha koyuydu. "Merhaba" dedim ona. "Merbaha, galiba yalnızlıklarınızı düşürdünüz" yıllardır söylemek istediğim cümleleri söylemiştim sonunda. Daha sonra çantamda taşıdığım defterleri çıkardım. Her sayfaya onun kelimelerini itina ile yapıştırmıştım. Defterleri görünce ağlamaya başladı. "Sonunda seni buldum" dedim onun gözyaşlarını görünce. Bana sarıldı herhalde dünyadaki en güzel koku ona aitti. Sonra hiçbir şey söylemeden günlerce bakıştık. Bana aşk nedir diye sorsalar onun düşleriydi derim. Şimdi hikayeyi anlattım sana, anlamadım, inanmadım. Önemi yok ama hikayeyi dinledin ve bitti."

Adam yağmurun altında ıslanmaya devam ederken siyah saçlı bir kız ona yaklaştı. Daha sonra gelip yanına oturdu. Başını adamın omuzuna yasladı ve beraberce seyrettiler hayatı. Aslında onlar ıslanmadı hiç. Aşkın ateşinde yanan birisi nasıl ıslanabilirdi ki?

not: O da bir iz bırakmak istedi bu hikayede ve Selam dedi herkese

Yorum Gönder

0 Yorumlar