Banner

Aziz Valentine’ye kızıp, yorgan yakmak!

Özel günlerle ilgili erkekleri ikiye ayırmak gerekiyor; sıkı sıkıya bağlı olanlar, hiç umursamayanlar. Elbette ki bir sınıf daha var. Onlar da kutlanacak günün tarihçesine bakarak karar verenler… Mesela Anneler Günü ya da Sevgililer Günü. Buna doğum günlerini, evlilik yıldönümleri gibi özel günleri de ekleyebilirsiniz. Bir kısmı “bu bize uymaz” der. Kutlanacak günün ilk çıkışının “inancımıza uygun olmadığı” gerekçesiyle karşı çıkanların yanında “kim para harcayacak” diye bahanesi hazır olanlar da var. Çünkü zaten böyle günler bir tüketim toplumu oluşturmaya dönüktür. O zaman “tüketip de ne yapacağız” diye düşünenlerin sayısı hiç de yabana atılacak gibi değil. Ama bunu söyleyenlere karşı verilecek cevap da elbette vardır. Bunu sona bırakacağım, önce şu bizim Aziz Valentine kimmiş ona bakalım. Her yıl onun hatırına bir kutlama yapıyoruz. O zaman rahatlıkla “bizim” diyebiliriz veya demeli miyiz? Genellikle Sevgililer Günü’yle birlikte Aziz Valentine adı da sıkça duyulmaya başlar. Dost sohbetlerinde, sosyal paylaşım sitelerinde birden bire herkes dini bütün bir hale bürünür ve “gâvur işi” bir şeyi yapmayı içlerine sindiremezler. Bunun için de akşam eşinin “bir gül bile almadın mı?” türü boynu bükük bakışını umursamazlar. Çünkü gün, kendilerinin günü değildir. Bir diğer kesim ise “sevgili” kelimesinden eşini anlamaz… İlla da bir sevgilisi olmalı. Sözlüsü olabilir, birlikte yaşadığı olabilir, “kaçamak” yaptığı da sevgilidir elbet. Ama eşi değildir… O zaman kutlamaya da gerek yoktur, çünkü o bizim günümüz değil, “inancımıza” aykırıdır… Kutlayan ise kutluyor. Eşini sevgili bilip kutlayanlar olduğu gibi yasak ilişkisi olduğu için “hem sevgilisine, hem eşine” hediye alanlar da var. Bunların ki hem masraflı oluyor, hem de hangisine, hangi hediyeyi alacağım diye şaşırıp duruyor. Konumuz aslında bütün bunlar değil. Aziz Valentine’ye yapılan haksızlık… *** 14 Şubat Sevgililer Günü’nün nasıl ve neden çıktığına ilişkin bütün bilgilerde, 14 Şubat’ın Roma halkı için büyük bir önemi olduğu vurgulanır. Çünkü o günde Roma’da, tanrı ve tanrıçalarının kraliçesi olan Juno’ya duyulan saygıdan ötürü tatil yapılırdı. Juno, ayrıca Roma halkı tarafından kadınlık ve evlilik tanrıçası olarak da biliniyordu. 15 Şubat’ta ise Lupercalia Bayramı başlıyordu. Bu bayram, ahlaki olarak pek muteber bulunmasa da, o dönemin şartlarına göre “flört” diyebileceğimiz bir birlikteliği belirliyor ama bu kurayla yapılıyordu. Kadın ve erkeklerin seçme hakkı yok, kavanozda bulunan isimlerden ellerine gelenle flört ediyor ve sonrasında da büyük çoğunlukla evleniyorlardı. Belki de bir şekilde bizim “görücü usulü”ne benziyordu. Buraya kadar olanı herkes biliyor ama bundan sonrasını ya pek bilen yok, ya da “işimize gelmediği” için görmüyoruz… *** Bakalım pek görmediğimiz bölüm hangisiymiş? Roma’yı zalimce yöneten, katı kuralları olan, halka zulmeden İmparator 2. Claudius, tam bir savaş manyağı denecek birisiydi. İmparator, evliliği istemiyor, gençlerin savaşmasını emrediyordu. 14 Şubat’ta başlayıp, 15 Şubat’ta devam eden Lupercalia Bayramı nedeniyle de bu isteği yeterince yer bulmuyordu. O da “tüm nişan ve evlilikleri yasaklamakla” işi çözmeye çalıştı. Evlilik kurumu çatırdıyor, nesillerin devamı tehlikeye giriyordu. İşte böyle bir zamanda Roma’da yaşayan bir papaz olan Aziz Valentine, Aziz Marius ile birlikte İmparator Claudius’un yasağına rağmen gizlice çiftleri evlendirmeye devam ediyordu. Bir süre sonra bu durum imparatorun kulağına gitti. Önce Aziz Valentine’yi tutukladı… Sonra sopayla öldürene kadar dövdürdü… Ve bir 14 Şubat tarihine rastlayan milattan sonra 270 yılında Hristiyan şehitliğine gömüldü. Sonrasını yine biliyorsunuz… Şimdi Sevgililer Günü’ndeki çılgınca harcamaya bakıp, Aziz Valentine’nin aile kurumunu ayakta tutma çabası göz ardı ediliyor… Sonra onun “inancı” gereği yasakları hiçe sayacak kadar onurlu davranışı gözden kaçırılıyor. Ve bir zalime karşı direnişi de hesaba katılmıyor. Sonrasında o zalim tarafından haksız yere öldürülmesi de hiçe sayılıyor… Üstelik de bu ölüm, çok vahşi bir şekilde vuku buluyor. *** Kapitalist zihniyetmiş, tüketim toplumu oluşturmakmış, ekonomik döngüymüş, piyasa hareketliliğiymiş.. bütün bunları elbette tartışmak mümkün. Ama Allah aşkına, “Sevgililer Günü kutlamıyorum” diyenlerden kaçı akşam evine giderken eşine, sevgilisine bir çiçek alıp götürüyor? Bunu yılda kaç kez yapıyor? Sevdiğine çiçek vermenin bir ”gavur tarafı” elbette yok. Sevdiklerini hatırlamanın, onlara hediye almanın, özel günlerinde hatırına getirip, sormanın, hastayken ziyaret etmenin, zor gününde yanında olmanın, mutluluğunu paylaşmanın.. bütün bunların tek tek faydasını buraya almamın gereği olmadığını düşünüyorum. Hepsinde esas gaye “hatırlanmak”tır… Çam sakızı, çoban armağanı cinsinden bir şeylerle “ben sana önem veriyorum” demektir. Bir bahane mi gerekiyor, işte Sevgililer Günü… Bütün bir yıl sırtınızı döndüğünüze, kötü davrandığınıza, hor gördüğünüze elbette Sevgililer Günü’nde de sevgili olma şansınız yok. Ama eğer seviyorsanız, sevdiğinizi her fırsatta söyleme şansını da bir yana atmamanız gerekir. Aziz Valentine’ye kızıp, yorgan yakmanın âlemi yok! Siz, binlerce yıl önce öldürülen birisi için değil, kendiniz için bir şeyler yapıyorsunuz veya yapmıyorsunuz. Hediyeleşmek güzel de, sevginizi hediyeye bağlamak yanlıştır. Sevgi, parayla ölçülemeyecek bir şeydir ve bunun bir günü olmaz, belki bahanesi olur. Hepsi bu kadar aslında… Twitimden Seçmeler Sevgili olanların güne ihtiyacı yok. Sevgili olmayanların günle işi yok... www.twitter.com/naifkarabatak

Yorum Gönder

0 Yorumlar