Banner

İLK İNSAN SALİH


'Bir Neandartalin Anıları'

Her şey ağaçların falan tepesinde başladı. O gün yine ağacın birinde uyandık. Yan ağaçtakilere bakındım, en büyük dalı ben kapmışım. Ama nası rahatım, konforum falan tıkır, sabah sabah esneye kaşına gerinirken, küt dedim düştüm aşağı. ‘Vay’ dedim içimden ‘mal salih, dört elin bi kuyruğun var lan, bu kaçıncı amk!'
Yerde öyle malak gibi yatıyorum.  Yattığım yerden yukarı bağırdım. ‘Çıkmıyorum lan çıkmıyorum bu sefer, aşağıda kalıcam.’ Ayı gibi güldüler. Sinirlendim. ‘Ne var lan ibneler, aşağısı daha güzel hem, sizin uzanıp da alamadığınız elmalar armutlar hep burda naber?’

Bir kaç gün meyve sebze bir şeyler yedim yerden, o ibneler de bütün gün benle dalga geçtiler. Maymun herifler! Ne var lan nolucak yaşarım aşağı tarafta, oh ya hem de ne! Tırmanmak yok, kasmak yok, götüme çöpler bata bata uyumak yok. Çimlerde yatarım güzel güzel oooh!

Ağacın önüne uzandım bütün gün. Elma armut kısmetimize ne düştüyse yeriz dedim ama, yere düşen meyveler hep çürük çarık, adam gibi bişeyin düştüğü yok, her yer çerçöp. Bi de geçen gün gördüğümüz bıyıklı pençe var. O buralardaysa sıçırtır yalnız. Tam ben bunları düşünüp kaşındığım sırada, minik fare gibi, hayvan gibi, bişey geçti önümden. ‘o neydi lan’ dedim, bi baktım hayvanın teki. Kimdir nedir hangi familyadandır tanıyamadım. E yıllarca ağacın tepesinde tabi, bi aşağı inen olmadı ki bilelim şu mahlûkatı. Ben bunu merak ettim düştüm peşine. Ben gidiyorum o gidiyor, bi de hızlı ki pezevenk, pıt pıt zıplıyo. Küçük ama etli butlu, toparlak.  Ben kovalıyorum o kaçıyor. O maymun suratlı seyfi de ağaçların tepelerinden beni izliyo. Dikkat çektim tabi. Ben bir gaza geldim, kovalıyorum hayvanı. Yaa seyfi bey nasılmış ordan izlemek, ben kovalıyorum o kaçıyo işte, siz anca tırsıp ağaçlara çıkarsınız. Aslanlar gibi yerdeyim ulan, geliyosa da gelsin o bıyıklı pençe!! Buraların sahibi benim ulan!

Tam ben gösterimi yaparken bir anda bir sessizlik oldu tepelerden ses kesildi. Havaya bi gariplik, bi gerginlik geldi. O saniye kaçan hayvanı gördüm. Atladım üstüne, bi sefer de tuttum bacağını, tutmamla soktum ağzıma, ısırdım kopardım! Ağzım yüzüm kan ama nasıl! Bir gurur bir gurur! Tadı da güzelmiş he!  Kaldırdım hayvanı böyle suratlarına suratlarına sallıyorum!! Gördünüz mü lan en büyüğü!! Ne haber lan Seyfi, hala o kurtlu kirazları ye dur daha! Hehey be, mis gibi hayvan!! Hahaha!!!! Kimmiş buraların sahibi? Kimmiş hee, söyleyin kimmiş? Kimse cevap veremedi bana. Seyfi abinin kılı kımıldamıyodu..

‘Roaöoarrr..haıırrr..rrr…’

Bu Seyfi abinin sesi değildi. Baktım. Seyfi abinin suratı bembeyazdı. 
'grrr..rrr...'  

Yavaşça arkama döndüm…
Hananskim pençeli! pençeli laaağn!!'
Tam karşımdaydı, bana bakıyordu. Bense elimde bacağından ısırdığım hayvanla donakalmıştım. Çenemden kanlar damlıyordu ve hayvanla gözgözeydik. Elimdeki bile çırpınmayı bırakmış, kaskatı olmuştu.  Zaman durmuştu. Aklıma ilk gelen şeyi yaptım.
hayvanı fırlatıp koşmaya başladım. Sanırım kafasına geldi, bilmiyorum. Baya bi koşmuşum. Bizim ormandan da baya bi uzaklaşmışım.
İşte yuvadan, vatandan, toprağımdan böyle ayrıldım ben. Ayırdın beni ibne Seyfi!
Neyse ben nefes nefes koşuyorum tabi, ilerde bi ufak mağara gördüm, girdim içerde bekledim biraz. Ya takip ettiyse, ya peşimdeyse, ulan dedim ‘sıcacık ağacımı, dalımı bırakıp nerelere geldik mına koyim.’ Seyfiyi falan sallamaz, paşa paşa yaşardım, zaten karşı daldaki zehranın da bende gözü vardı, ailemi yuvamı kurmuştum şimdiye.  Hem korkuyor hem sinirleniyordum. Yerden taşın birini aldım yere vura vura hıncımı taştan çıkarıyorum. Sinirlerim boşalmıştı, dövüne dövüne sızlanıyordum. Tam o anda mağaranın karanlığından birşey belirdi. ‘laağğğn’ diye korkuyla taşı kafasına atmışım. Ah dedi, yanına bi gittim, aynı benim gibi kuyruklu.
‘Abi’ dedim ‘kusura bakma, öyle karanlıktan çıkınca aklım yürüdü.’
‘napıyon lan, kafamı yardın pezevenk’ dedi
‘ne bilim abi heyecanla oldu’ dedim.
‘sıçtın ağzıma’ dedi,
‘kusura bakma’ dedim.
Kafasını yaran taşı eline aldı mağaradan çıktı. Taşı ilerdeki ağaca attı, sonra yerden bi tane daha aldı, onu da attı. ‘Abi napıyon onla’ dedim ‘Bunlarla talim yapıcaz sonra ufak hayvanlara atıp yakalıycaz. Bişey eksik diyodum sonunda buldum. Taş! Bununla avlanıcaz! Artık elma armut yemiycez. Ben de senin gibi ağaçtan düştüm diyebiliriz sonra ben de kaçıp buraya saklandım. Ayrı yerlerden ayrı zamanlardan geldik ama kaderimiz aynı salih’
Hasiktir adımı nerden biliyordu. Onunla ilgili gerçekleri çok sonra öğrenecektim ama şimdiden tırsmıştım.
‘Abi sen kimsin? Nolur söyle şimdi taşı kafana atıp kaçıcam’ dedim
‘Adım Ekrem, çok fazla soru sorma sadece dediklerimi dinle bundan sonra’ ‘işimi zorlaştırmadan yakınlarımda dolanırsan senin de hayatın kurtulur’
Ekrem abi haklıydı, her yer taşlarla doluydu. Her şey gözümün önündeydi işte. O ne yapılacağını biliyordu belki çok uzaklardan gelmişti ama her şeye hakimdi. O ne derse yapacaktım ve türümün yanından ayrılma hikâyem işte böyle başlamıştı. Bu maceralı yolda hem can dostumu hem de öğretmenimi bulmuştum. Kim bilir beni neler bekliyordu. Daha ateşi bulup, silahları icat edecektik, ne mamutlar yiyecek, kabilenin kızını isteyecektik.  Bütün bunlardan habersizdim daha, ama hazırdım. Uykuya dalmadan önce ‘İyki düşmüşüm o ağaçtan’ dedim kendi kendime ‘iyki düşmüşsün salih!’

Yorum Gönder

0 Yorumlar