Banner

Zeytinin Fenerleri!...köşe yazım



DEĞİŞEN KOCAELİ GAZETESİNDE YAZMAYA BAŞLADIM.... SİZİ ORAYA DA BEKLERİM;)

İŞTE İLK YAZIM=>

Küçük bir çocuk geldi yanıma… Takvimin yaza düşmesinden olsa gerek yanıktı teni. Ve bir karanlığın feneriydi gözleri…

Benim yere düşen bir tarafım olmadı hiç. Bazen biri güzel söz söylediğinde ancak utançtan yere düşerdi zeytinimin fenerleri… Zeytin; çocukken gözlerimin karalığının sebebi zannım… ve anneme soruşum; anne ben zeytin yediğim için mi karardım? :)

Bir umudu temsil eder ya hani yeni ekilmiş bir fide, bir çiçek, bir çocuk… Siz göremezsiniz ama bir avuç içine sığan küçük bir çift el ne büyük hayatları vaat eder size…

Yeni bir okul, yeni bir ev, yeni bir yuva ve yeni bir hayat dünyaya gelen yeni doğan bir ağlama zılgıtının içinde gizli…

Değişiyoruz sürekli…

Murat Uyurkulak/buzuka kitabında şöyle diyor:

"İnsan çocukken bir büyük saadet ülkesinde yaşıyor, sağa sola şuursuzca koşturup neşeyle kişniyor. Sonra büyüyor, büyüdükçe salaklaşıyor, salaklaştıkça unutuyor o mesut diyarı, bir nevi ölüyor. Çocuklukla yaşlılık arasındaki o dönem araf misali; kitabesi ağır mesailerle, küçük hesaplarla, kesif mutsuzluklarla yazılan bir mezar taşının gölgesinde azap gibi boktan hayatlar. Yetişkinler zombilere benziyor..."

Evet küçük bir çocuk yanaştı bana öylece… Gözleri kocaman açılmış ve ayakları bir koşturmaca içindeydi; koca gözlerini bir sağa bir sola çevresindeki tüm köşelere deviriyor, tüm ayrıntıları belleğine hapsediyordu. Aynı zamanda hızlı adımlarla yürüyüşü onu çevresindeki masaya, sandalyeye ve kapı eşiğine çarpışına ve bir gün annesinin “harita bacaklııı her yerini morarttın koşma yavaşşş” diye tembihine sebep doğuruyordu…

Bugün çevrenize bakın hangi yetişkinde aynı neşeyi, gerçeği görebilirsiniz… Bence bugün değişebilirsiniz. Şimdi gitmekte güçlük çeken poz veren hayatın size verdiği kalıbın duruşu yürüyüşünüzü değiştirin… Paytak bir çocuk gibi tek amacınız hayatı tanımak olsun! Çarpabilme ihtimaliniz olan duvarlardan korkup aman ha adımlarınızı yavaşlatmayın…

Küte pata girmeli bazen hayata… Acı biberi tatmalı ve iğneyi elinizi batırmalısınız, sobada bir yanmalı, üstünüzü çamura bulamalı, tepe taklak düşmelisiniz hatta…

Tek parça kalma taahhüdü ile bir yara gibi bütün deneyimleriniz kalmalı üzerinizde. Ve göstermelisiniz tüm gerçek rolü kesen sahte yüzlere…

“-Senin kaşının üstündeki yara nedir?” sorusuna;

“-Ben küçükken düştüm…ondan.” diyebilmek gibi

“-Senin yaşının üstündeki kıdem de ne?” sorusuna;

“-Ben küçükken büyümeyi beceremedim de… ondan.” Demeli...

Bu arada yeni yazmaya başladığım Değişen Kocaeli ailesine beni katan Gökhan Meriç’e teşekkürler ve bir çocuk selamıyla

m E r H a B a….

Yorum Gönder

0 Yorumlar