Banner

bitmeden.. gitmeden.. anlatabildim mi?*




bir şarkı çalıyor şuan..
sesi biraz fazla açık..
zuhal olcay - süreyya.
'kadının gözleri ateş, ateşin gözleri kadın..'
ne eğlenceli bir şarkıydı eskilerden..
eğlencesinin ardında aslında bir yaşanmışlığı anımsatıyor bana.
yıllar sonra ilk kez mecidiyeköyden iş çıkışı eve şirket servisinden dönerken tamda köprü üstünde çok sevdiğim komşum sayılan yavuzun ıpod'unda dinlemiş ve o kdar çok sevinmiştim ki bana hatırlatmış olduğu için..
'sevdalı, sevdalı, sevdalı. kızgın ve aşık..'
daha nice nice böyle hayatımda ciddi anlamda değeri olan şarkılar var aslında.
anımsamak bazen yetmiyor, bulunduğum yerde dinlemek istiyorum..
istiyorum ama.. dinleyemiyorum.
elimden gelmiyor ya birşey acayip sinir oluyorum.
şarkılardan çekiliyorum, kulaklarımı kapatıyorum ellerimle..
duymamaya çalışıyorum..
[..]
kapılardan nefret ediyorum. ardında kalanlardan da..
İstiklal'den de..
gidemiyorum ya hani ayar oluyorum..
gitsem ne ki,
şirketten 40 50 adım..110..
ve ordayım işte..
ama asıl önemli olan bomboş bir şekilde gidebilmek..
o şekilde karışabilmek..
ne hayatlar gördüm ne anılar yaşadım diyorum ya orada..
cidden öyle..
küçücük yüreğim her uyandığımda bir adım daha kendinden uzaklaşıyor..
yokluğu koyuyor birşeylerin.
o eşsiz hayal gücüm bile yersiz kalıyor. sönüyor balon misali..
içimdeki ses susuyor ya bazen işte o zaman..
o zaman bende keyifsizleşiyorum.
'bağlanmayacaksın öyle körü körüne' diyorlar ya..
deniyorum olmuyor.
ben hiçbir kalbe yakışmıyorum sanırım..
bana yakıştıramıyor Tanrı bile umudu..
önce biraz yaşatıyor sonra geçmişimdeki silik anılarım yüzünden de tam anlamıyla gülümsetmiyor beni..
neden ? niçin? sormuyorum artık.. çünkü cevaplar gelmiyor..
sorular içimde patlıyor resmen...
kapının eşiğinde duruyor her gün uyandığımda aslında mutluluk..
ama ben ezip geçiyorum...
kırdıklarım ardımda öylece yalpalıyarak yürüyorum koridordan ellerimi yüzümü  yıkamaya..
giyin ve git işine diyorum mutluluğu yanıma almadan..
biliyorum ki o bana kendini yakıştırmıyor..
yanına almıyor..
ben ağlıyorum o bakıyor kapının eşiğinden..
iniyorum çoçukluğumun merdivenlerinden..
geriye giderken bir bu satırlarım kalıyor..
çok şey öğrendiğimi sanırken, hiçbirşey bilmediğim ve insanları hala ve ısrarla tanıyamadığım vuruluyor yüzüme bir kez daha..
çabalamıyorum çünkü kanatmaktan sıkıldım yaralarımı...
ve her seferinde başka bir kapının önünde ellerimde poşetler dikilirken buluyorum kendimi.
zile gidiyor elim.
basmak istiyorum.. ama tanıdık değilse zil sesi diye korkarken herkez bana bakıyor.. beni izliyor ve ben bir an önce kıvrılıp yatağıma uyumak istiyorum..
yalnız ve tek başıma..
çok geç olmadan daha fazla nefret ettiğim o kapılardan girmek zorunda olduğumu anımsıyorum..
ve burnumu ıslatan o saçma yağmuru..
saçma?

..

sonunda sımsıkı trabzanlara tutunmuş birer ikişer atlayarak zarar ziyan zamanlarıma doğru gidiyorum..
ben aslında hiçbir ihtiyacımı da karşılayamıyorum..
üzülüyorum yaşam için gerekliliklerime bile..
taşikardi denen meret canımı sıkıyor.. yaşlanıyorum daha yirmi ikisinde..
kimseye anlatamıyorum çıkmaz sokaklarımı..
paylaşamıyorum çoğu zaman paramparça hayatımı..
birkaç kişi..
oda belli belirsiz..
gözüm kapalı inanmıyorum..
-mişcesine sanki, dünkü omrunda ağladığım kişiler bugün beni yalancılık ile itham edecek duruma geliyorlar..
kalbim acıyor, 'birkez daha mı yani.. yine mi aynısı' diyorum avaz avaza..
duyurmuyorum sesimi..
eğer öyleyse gitsin bitsin bu sayfada diyorum..
çünkü gerçekten ben anlatmaktan çok yoruldum, çok yordum ruhumu bedenımden çıkmadan daha..
..
susuyorum..

ve son kez isyan ediyorum..
benim hiçbirzaman göyüzüm olmadı.. ve yıldızlarım hep parlak siyahtı..

bilmem anlatabildim mi..

-son-

4/11'09





Yorum Gönder

0 Yorumlar