Köprü - Bir milyon kalem

Bir milyon kalem

Blog yazarları topluluğu

5 Aralık 2010 Pazar

Köprü

Yağmuru göz yaşlarını saklamak için kullandığı zamanlardaydı. Gökyüzünden düşen damlalar hafifçe geriye doğru attığı yüzüne çarpıyor ve saçlarından aşağıya doğru ilerliyordu. Bedenine çarpan damlaların sesini dinliyordu. Sanki bir daha asla ıslanamayacak, bir daha asla ağlayamayacak gibiydi. Bu yüzdendi göz yaşlarını durdurmaya çalışmaması. Bu yüzdendi kaçıp bir yerlerde saklanmak yerine burada ıslanmayı tercih edişi. Soğuk damlalar bedenine çarptıkça üşüyor ama asla bu anın bozulmasını istemiyordu. Aşağıya doğru bakıyor ve umutlarının nerelerde saklandığını merak ediyordu.

Kalabalıktaki insanların arasından geçerek gelmişti buraya. Hiçbiri neden gülmediğini sorgulamamış, en son kahkahasının ardından geçen süreyi merak etmemişti. O yavaşça etrafına duvarlar örerken kimse ona pencerelerden bahsetmemişti. Yüreği içinde buzlaşırken içini ısıtacak hiçbir şey vermemişlerdi ona. Hissetmemeye başladığı zamanlarda masallardan bahsedilmemişti ona. Elbiselerini acılardan dikerken ona dur dememişlerdi. Kimsenin onu umursamaması son derece normaldi ama kendini de umursamaya başladığı noktada çıkmazlar oluşmaya başlamıştı. Çıkmazların sayıları arttıkça  bütün çıkışlarını duvarlarla ördüğü bir hayat oluşturmaya başlamıştı. Bu yüzden adımını attığı her sokak çıkmazdı.

Durup düşünmesi gerektiğini mi yoksa devam etmesi mi gerektiğini bilemiyordu. Dursa veya devam etse ne değişirdi, yağmurun altında ıslanmasının sebebi buydu aslında. Birbirinden farklı iki yol gibi görünse de aslında değişen hiçbir şey yoktu. Aşağıya doğru bakarken hangi yolu seçmesi gerektiğini sorguladı bir süre. Ne fark ederdi ki yukarıda veya aşağıda olsa?

Katmanları vardı onun, derinlere inildikçe karanlıklaşan ve  aralarında kendini kaybettiği katmanlar. Dışarıdan görülen o ile derinlikleri arasındaki aynılıkların sayıları oldukça azdı. Hiç kimse onun katmanlarını anlamaya çalışmamıştı. Hiç kimse onun derinliklerine bakmamış, zifiri karanlığına ışık tutmamıştı. Karanlıkta yaşayanların yaptığı gibi o da zamanla unutmuştu renkleri. Zaman ilerledikçe eridiğini, yok olduğunu hissederdi. Ancak o aynı tarihte kısılıp kalmıştı. Akrepler ve yelkovanlar ilerlese de o hep aynı andaydı. Kendine, dünyaya yönelttiği bütün sorguları aynıydı onun. Ne zaman kendinden kaçmaya çalışsa hep aynı noktaya geri dönüyor ve her geri dönüşünde daha fazla eksiliyordu. Ona sorsalar ama aşkını içinde yaşıyordu, aşkın bütün anlamlarını görmezden gelerek. İkili bir yaşamı vardı onun, bu yüzdendi geceleri günlere tercih edişi.

Etrafı duvarlarla çevrili bir odada yapayalnızdı. Onu ilk gördüğümde, gözlerinin derinliklerine baktığımda ağlamak istedim. Yapma dediğimde dinlemedi beni. İnanmıyordu, biliyordum ama yinede yapabileceğim her şeyi yaptım. Yağmurlu bir akşamda, köprünün kenarında atlamanın planlarını yaparken onu durdurabilmek istedim. Sonra katmanlarını gördüm, duvarlarıyla yüzleştim sadece elini bir kez olsun tutabilmek için. Sanki teninde zehirli iğneler vardı ve beni onlardan korumak istemişti. Korkmadığımı anlatamadım ona, sonra benim zehirli olduğumu düşündü. Katmanlarını gördüğümde derinliklerine nasıl inebileceğimi düşünüyordum. Aşmayı başardığım her duvarın ardında yenileri örüyordu. Fakat aşmayı başardığım her duvarda elimi daha sıkı tutuyordu. Hiç bir zaman onu bırakmayı istemedim. Gözlerini görmek istedim onun, uzun siyah saçlarının sakladığı yüzünü tanımak istedim. Ancak o hep uzaktaydı bana, atlarsan atlarım dediğimde ağlamaya başladı. İnanamıyordu bana, karşılaştığım bütün duvarları tırmandım ve geçtim. Yine de o yağmurlu bir akşamda köprünün kenarında bekliyordu.

Güzel günlerden, kelebeklerden bahsettikçe benden uzaklaştığını biliyordum. Ona yalan söyleyemezdim ya o yüzden çok zordu işim çünkü söyleyebileceğim tüm yalanları biliyordu. Gerçeklerime bile yalan diyordu o yüzden çaresizdim ona karşı. Derinliklerine indikçe çığlıklarını duymaya başladım ve sağır olacağımdan korktum. Beni defalarca kez kovdu, gerçekten istese giderdim ama istemediğini biliyordum. Yağmur bardaktan boşalırcasına yağarken o köprünün kenarında onunla birlikte durdum ben. Sonra neden bilmiyorum oradan gitmek istedi. Atlarsa atlardım bunu o da biliyordu ve diyecek tek bir kelimesi yoktu. Yine de yüzünde açan bir tebessümü görmek yeterliydi benim için. Fazlasında gözüm yoktu. Yağmur yağarken biz köprüden uzaklaşıyorduk. O bana fark ettirmeden yüzüme bakıyordu.

 Sormak istediği çok fazla sorusu vardı elbette bir çoğunu biliyordum. Bunların birkaç tanesini sorabilmişti yağmur altında yürürken ama öyle bir tanesi vardı ki onu hiçbir zaman soramadı. Sorsa ne cevap verirdim bilemedim asla. Bana "o köprünün kenarında ne yaptığımı" sormuş olsa ne diyebilirdim ki ona. Belki sadece onun için oradaydım belki sadece kader ona yardımcı olabilmem için beni oraya sürüklemişti veya belki de sadece...

Onu gördüğüm günden sonra uzunca bir süre boyunca yağmur yağmadı. Bense onun gülümsemesini asla unutamadım. Neden köprüde olduğumu sorgulamadım hiç ama bir şeyi biliyorum ki elimi tutmasaydı...

düş mezarlığı
ms güncesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen düşüncelerinizle katkıda bulunun.

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Sayfalar